13 Kasım 2017 Pazartesi

K A L K !

-KALK!
Kendimle konuşuyorum, yaklaşık 6 dakikadır. Saate baktım çünkü gözümü açar açmaz huyumdur hep saate bakarım hem yatmadan önce hem de uyanır uyanmaz. Uykuda geçen zamanımı hesaplamak adına değil, kaç sularında yenik düştüğümü ve kaç sularında aynı hengamenin içinde kendimi bulduğumu bilmek için. Zamanı tuhaf buluyorum çünkü, öyle Einsteincılık oynamak için değil.
Hem çok hızlı hem de çok geniş geçiyor, iki hafta öncesi bana çok uzak ama bir ay öncesi daha dün gibi.
Bazı zamanlar ben duruyorum da o dönüyor gibi hissediyorum. Yaştan mı yaşayıştan mı bilemedim, bu kadar hızlı değildi bu zaman. Geçmişi kolay unutturuyor, güzel yanı o. Hafızam fena değildir ama bazı sabahlar kim olduğumu hatırlamam bile zaman alıyor.
Çocukken hayatı sıkıcı bulduğumda gece yatmadan önce bütün bunların bir rüya olduğunu ve aslında yirmili yaşlarda olduğuma inandırırdım kendimi. Bir uyanacaksın, meğer hepsi rüyaymış derdim. Şimdi de rüyamın en güzel yerinde uyanmış gibiyim.
Sanırım bütün çocukların ortak noktası büyüme isteği. Büyüyünce de küçülesi geliyor insanın iyi mi?
Neyse ben zaman diyordum, yıllar önce okumuştum; "zamanın iki boyutu var, uzunluğu güneşe derinliği tutkulara bağlı" Amin Maalouf söylemiş.

Bazı yerlerde tutkularını yitiriyor insan, güneşe bağlı yaşıyor zamanı; gündüzden geceye dön dolaş dur. Bazı gecelerin sabahı da zor oluyor. Bazıları tutku ile hırsı karıştırıyor birbirine. Tutku sandığın şeyin hırs olduğunu görünce oyuncağı elinden alınmış çocuklara dönüyorsun, ama büyüksün işte ağlasan ne fayda, kendin çözmek zorundasın. Çocuktum, en çok otobüs yolculuklarını severdim, şimdi katlanamıyorum otobüslere ve çok heyecanlanırdım yolculuğa çıkmadan önce, artık öyle hissetmiyorum çünkü döndüğüm yer eninde sonunda aynı, bir tatili ne kadar uzatabilirsin ki zaten.

Başlı başına bir oyun bu yaşamak dediğin, bazen sokakta bazen kendi içinde oynadığın, düşüp dizini de kanatıyorsun, küsüp arkanı da dönüyorsun. Acaba her çocuğun hayal gücü yüksek midir? Şimdikileri pek saymıyorum, onların hayal etmeye vakti yok sanırım. Benim çok vardı, uzay yolculuğundan define avcılığına kadar inanarak oynardım kendi kendime. Sanırım ben çocukken öğrendim kendimle arkadaş olmayı. Yetişkinlerin sadece yüzde ondördü hayal kuruyormuş, ne kötü. Yetişmek kırıla kırıla oluyor bir yerden sonra kırılası gelmiyor insanın o yüzden hayallerden vazgeçip daha gerçekçi bakıyor sanırım. Gerçi daha fazlası hayal kuruyor olsaydı bu dünyayı ne yönde etkilerdi kestiremedim pek, çünkü yetişkin olmak ihtiyacın olmayan çokça şeyi de istemek aynı zamanda.

-Nereden geldi bu çocukluk özlemi şimdi, kalk allah aşkına şu yataktan!
Atalet diyorlar sanırım bu duruma, eylemsizlik yani hiçbir şey yapmama hali. Bence çoğumuzun başına geliyor bazı bazı. Oysa italyan olsak durumu çok afilli bir şekilde pas geçebilirdik.
"Dolce far niente"
Yani hiçbir şey yapmamanın güzelliği.
Bir dil ne çok fark yaratıyor söylerken bile. Bizim türkçe de soğuk biraz, çoşkusu yok, olsaydı bizde vapur değil vaporetto derdik. Telaffuz ederken bile insanın canı çekiyor. Şu italyancayı öğrensem güzel olur, bi de yetişkin gibi kendime hayal kurup italyan kasabasına yerleşeyim bari.
Ne diyordum, ha atalet, yok benimkinin dolcesi falan yok bildiğin atıl.
Canlarını çok saçma yerlerde harcayan Mario gibi bir an önce yenilip oyuna en baştan başlamak için koşup zıplayıp çukura düşmeye çalışıyorum da koştukça pek puan toplayamadan bölüm bitiyor iyi mi..
Hiç canım kalmadı.

-Hadi artık Kaaaallllkkkkkk!!!
tamam tamam kalktım ben, çok uzadı zaten muhabbet. .