10 Ağustos 2020 Pazartesi

Kirli Ağustos

Yazmam gerekliydi, içimdeki boşluğu kapatmanın yolu hep kelimelerden geçti. Pek tanımadığım bir kentin denize çıkan sokağının, sıradan bir evinin balkonunda oturmuş neyi nasıl anlatsam diye düşünüyorum. Sahip olduğum her şeyin güncelleme istediği bir çağdan yazıyorum. insanın kendini güncellemesinin adına "dönüşüm" dediğimiz eski bir çağın insanı olarak yazıyorum. Bir yılın en kırgın yerinden, ömrümün en uyumlu zamanından, ağustos ayında ki bir eylül akşamından yazıyorum..

Birsen Tezer' den "ne tuhaf" dinlerken yazıyorum; şarkılar devrolurken bilmediğim bir listede bildiğim kadarını yazıyorum. Değişiyorum ve değişmenin sancılı olduğunu hissediyorum. Gregor Samsa'nın bir sabah böcek olarak uyanması kadar köklü değil belki ama bildiğim şeyleri unuttuğum ve yeni öğretiler kazandığım bir yerdeyim. Gözünde büyüttüğün her şeyin zamanla gözünde küçüldüğü ve zamanın insana tecrübe kazandırırken, tecrübenin pek çok şeyi basitleştirdiğini gördüğüm bir yerden, eski acılarıma bakıyorum. Sanırım anlatmak istediğim şeyin genel tanımına "Yetişkinlik" diyorlar..

Hayatlarımız da tıpkı filmler gibi kurgulardan ibaret ve güncelleme yahut dönüşümler kurguları değiştiriyor. Filmin sonunu tahmin etmek hayli güç ve bu yüzden yaşamak merak uyandırıcı. Katı kurallarımın hepsinin yumuşamaya başlaması sizce de "yaşlanmak" mı? Yetişkinlik başta değil de yaşta mı?

Kendinin her halini sevebilmek ve bunu sesli dile getirebilmek ile başlıyor dönüşmek. Kendinin daha iyisini yaşamak için kendinle yüzleşmek gerekiyor. Güçlü gözükmek duvardaki bir tablo gibi yalnızca duvarı/evin bir köşesini güzel gösteriyor. Evin değerini değiştirmiyor. Kırıldım, kızdım, üzüldüm demek insanı eksiltmiyormuş meğer. Yaşayabileceğin acıların sorumluluğunu alarak karar verebilmek ve bu duygulardan korkmamakmış asıl güç. Halının altına süpürülmek yerine duvara asılması gereken asıl şeyler duygularmış meğer. Güvenmek herhangi bir ilişkinin en sağlam yeriymiş, evin değerini arttıran boyalı duvarlar, yapılı banyolardan çok depreme olan dayanıklılığıymış. Daha evvel bakmadığım şeyler belki bulamamaktan korktuğum için kendime ördüğüm duvarlardan göremediğim gerçeklermiş. Ve konuşmak herkesi birbirine yakınlaştırımış, en kötü insanı kendine yakınlaştırırmış. Anlattıkça buluyormuş insan kendini. İçimizi dolduran duyguların içimizde kalmasına izin vermemek asıl yaşamakmış..


İstediğini bulmak zor iş, istediğine karar vermek öyle hemen olmuyor. Ama biraz açık olabilmek lazım sanırım; duygulara ve insanlara.. Yaşanacak şeyler kendimiz ile ilgili yaşanması gerekenler olduğu için önümüzde, evrene göz kırpıp azıcık da ona güvenmek fena iş değil. İstemediklerini bulmak ise daha kolay ve istemediklerini görünce bedelini ödemekten çekinmeden karar verebilmek bizi sağlamlaştırıyormuş.
Ne de olsa anlatınca dinleyecek, yanyana olunca zorlukların üstesinden gelinebilecek insanlarımız var.
Ve en değerlisi de onlar ya zaten.
İşte onlar olmasa halimiz nece olur hiç bilemem..

Kirli Ağustos Edip Cansever' in Beyoğlundaki bir sahaftan aldığım kitabı, madem adını verdik bu yazıya şiiri de duruversin şuracıkta;

"O da var olanın ağır ağır yokluğu 
Şurda bir gündüz kımıldamakta 
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri 
Gibi bir gündüz 
Kalın kabuklarını kaldırır doğa. 

Düşer bir balıkçının tersi olan şey 
Kirli ağustos! beni oradan oraya götüren eşya 
Aklımda üç beş otel ya kalır 
Ya kalmaz üç beş otel aklımda 
O da değil bir otelin kendisi 
Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi 
Bir de kahverengi alevlerden yapılma. 

Başka değil, yokluğu görmek için 
Kirli ağustos! göz kapaklarımı da yaktım sonunda. "

 


Güncellendikçe yazacağım ne de olsa..