3 Ekim 2021 Pazar

G E L T A N I Ş A L I M Ö N C E

Gelin sevgili okur biraz sohbet edelim, Edip Cansever' in dediği gibi ; "Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum."

başka şeyler konuşacaktım aslında ama birazdan yazacaklarımdan sohbet açmaya karar verdim. 
Cuma akşam AŞK101 izliyordum, senaryosu dandik şeyleri izlemeyi de severim zira oyunculuk, şarkılar ve 90ları yad etmek açısından fena iş olmamış. 

Spoiler vermek gibi olmasın izlemeyen için ama çok kısa beğendiğim yeri anlatmam lazım. Benim beğendiğim her şeyi anlatmam lazım bu arada hazır lafı açılmışken. Bu sebeple eleştirenim bile var ama ben böyle var olabiliyorum, var oluşuma saygı duymayanın eleştirisini de gram umursamıyorum. 

Neyse konumuza dönelim, dizi de Burcu ve Kemal hocanın aşkı da var malum. Hayatı yaşayış, aşka bakış gibi temel konularda ki pratik farkından ötürü bir türlü gönülleri bir olamıyor bu arkadaşların ikinci sezon başından beri. Bir alıp veremedikleri var kendileriyle ama klasik hikaye asıl sorun kendisi değil de karşısındakiymiş gibi bir dert peyda oluyor arkadaşlara. 1-2-3-4 bölüm derken anlıyorlar asıl mevzuyu ama hayatın akışı işte bu sefer de şehirler ayrılıyor, aşkımı kalbime gömüp giderim anlayışı hakim oluyor o vakit de. Malum aşkın en yakın dostu gurur, olmazsa olmaz. Karşıdaki seçsin, söylesin ister kendi talebini dile getirmez. Karşıdaki duymak ister, söylemek istemez. İki ucu boklu gurur..

Derken ayrılan yollar, ne kadar geçtiğini hesap edemediğimiz zaman faktörü çarklarını işletiyor ve ÖZLEM başlıyor. Özlemin de yakın arkadaşı anlayıştır, özlem hakim olunca bir anlayış gelir ardından insana. Mesele ettiklerinin o kadar da mesele olmadığını anlar, değişsin istediğin şeyleri aslında sevdiğini sanar, sorunları aşmak için o kadar da bir şey yapmadığını ve aslında aşılabilecek şeyler için lüzumsuz gemileri yaktığını anlarsın. 

Anlıyor Kemal de ve telefon ediyor Burcu'ya. Ben seni çok özledim diyor, bu hasretin ikisini de sardığını onayladıktan sonra "ben seni böyle arasam arada konuşsak" diyor. 
Benim hoşuma giden de tam o noktadan sonra oluyor, her gün birbirlerinin telefonuna yetişmek için koşarak eve gidiyorlar(sene 99 olduğu için cep telefonu yaygın değil malum ev telefonundan iletişim kuruluyor), birlikte içki içiyor, yemek yiyor, uyuyana dek konuşuyorlar. 

Bunu görünce birden şimşekler çakıyor bende, işte diyorum unuttuğumuz şey. Konuşmayı, tanımayı, anlatmayı unuttuk. 95 sonrası gençlerin anlayacağına emin değilim ama eski zamanlarda konuşmak vardı, mektup yazmak, bir yolu paylaşmak ve yürürken sohbet etmek, gününü anlatmak birileri hakkında konuşmak, sevdiğin bir şeyi paylaşmak, fikir almak-vermek, hayallerini, yapmak istediklerini sunmak, ailenden dert yanmak(gençlik malum, isyankar olmak her gencin kaderi) kısacası hayatında ne var ne yok ise istediğin yerden paylaşmak. O kadar da birbirini görmeden, bolca konuşmak. İçimize düşen sevgi tohumları böyle büyüyor, özlem ile yeşeriyor ve yerini sevgi dolu kavuşmalar alıyordu. 

Şimdi görüşmek kolay, sohbet.. Eh olduğu kadar, kendinden ziyade başka şeyleri konuşmak, çok da ilgilenmediğin meseleler üzerine yorumlar getirmek. Entellektüel sayılabilecek konulardan ya da popüler olandan bahsetmek. Malum Trendlerimiz var bir de her gün girdiğimiz Trendyolumuz. Yolumuz aynı yani o anlamda. 

Neyse farkına vardığım konu özetle şu oldu; biz bebeyken önce tanıyıp sonra seviyorduk. Sonra değişti bu, önce sevip tanımaya çalıştık. Şimdi ne sevmeye ne tanımaya çalışıyoruz birbirimizi, öyle hoşbeş sohbet edip haberleşiyoruz işte. 

Diyeceğim o ki sevgili okur, tanışmamız lazım. Anlatmamız lazım. Sevmeden evvel arkadaş olmamız lazım. Favorilerdeki ürün tükeniyor diye gelen bildirime kapılıp satın almak için acele ettiğimiz gereksiz eşyalardan ayrı tutmamız lazım ilişkileri. 

Karıştırdığımız konuları, birbirinden ayırmamız lazım sevgili okur. 
Becerebilirsek ne ala. 

Sonraki sohbete değin kal sağlıcakla sevgili okur. 








15 Ağustos 2021 Pazar

D U R M A K

Duruyorum .. 
kalabalık bir caddenin ortasında, trafiğin içinde, yaşamın kıyısında, ekranın başında.. 
Uzun süredir böyle hissediyorum, her şey akıp gidiyor ve ben öylece duruyorum. 
Bir Ağustostan diğerine her şey değişirken ben öylece izliyorum, içindeymişim gibi yapıyorum ama kendime o esnada dışarıdan bakıyorum. Benim gibi çokçası var biliyorum çünkü "depersonalizasyon" diyorlar adına, sonunda "zasyon" olan her şey yıpranmışlık hissi verirken bana, bu kelime karşısında da duruyorum. 

Kelimelerim azalmış gibi susarken buluyorum kendimi. Konuşsam bir şey değişmiyor, acılar paylaşınca azalmıyor, gidenler geri gelmiyor ve herkesin gidecek olması gerçeğini hiçbir şey değiştiremiyor. 
Bir Ağustostan diğerine varırken kaç Ağustos kaldı diye geçiyor içimden ve hemen dağıtmaya çalışıyorum zihnimi.

Oradan oraya haraket ettiğim günleri hatırlıyorum, Ağustosa daha çok var dediğim zamanları. Bir caddede kendimi köksüz hissedişimi, bir diğerinde insanların nasıl da sanatı kucakladığını, birinin bana yaşamın nasıl da dolu olduğunu aktarışını, bir ötekisinin hiçbir şeye sahip olmasanda yaşıyor oluşunu gösterişini. 

Dışarıdan kendime bakarken gördüğümün ben olmadığını, kendimi unuttuğumu, kim olduğumu hatırlamam gerektiğini ve bütün bunlar için yola çıkmak zorunda olduğumu fark ediyorum. 

İçimden öylece durmak gelirken, adım atacak gücün kendimde olduğunu kendime kaçıncı söyleşimde duyarım ya da hareket eden gerçekten ben olur muyum bilmiyorum ama Ağustos geri geldiğinde Eylüle hazır bulmak istiyorum kendimi. 



22 Nisan 2021 Perşembe

O T U Z ve E K S İ K

 Hissettiğimin ne kadarını anlatabilirim emin değilim.. Her on yıl insan hayatının kısa yaşamında ayrı bir devir, yirmiler otuzlara devrederken kırkların kapıya dayandığı günlere doğru gideceğim. Kendi devrimde kendim için bir devrim yapabilirsem kendimi şanslı hissedeceğim. 

Yirmi dokuz anılarından çok acısı ile bambaşka bir yere sahip oldu hayatımda. Yarın sabah telefonum çalmayacak ve dünyanın en güzel, en içten "bir tanem" diyen adamı doğum günümü kutlamayacak. Oysa ben gittiğine bile inanmış değilim. İnsan yaş aldıkça büyükler küçük oluveriyor ve sevgileriyle büyüttülerse sizi, sizde sonsuz bir sevgi duyuyorsunuz onlara karşı. Anneanne ve dede kavramının anne babaya denk düştüğü bir devrin çocuğuyum ben. Ve dedemi kaybetmiş olmanın derin acısını yaşıyorum tüm yaşamı sorgularken. İnsanın sevdiğinin yaşı olmuyor dostlar; insan, sevdiğine bir ömür daha verseler doyamıyor. Ve ne yazık ki bunlar kaybedilmeden anlaşılmıyor. Eksilmek tam manasıyla bu olsa gerek. Bir kapın, bir omzun, bir kucağın, bir gülüşün eksiliyor kendiliğinden. En kötüsü de doğanın kanuna karşı çıkamayacağın için eksilerek yaşayacağını anlaman oluyor. Nasıl tamamlarız kendimizi birbirimizle, arkada kalan olduğunda nasıl ısıtabiliriz kalbimizi anıların sıcaklığı ile? 

İnsanı olgunlaştıran yahut durgunlaştıran acılar oluyormuş meğer, ne tuhaf..

Hepimiz için kaygı ve endişeyle dolu bir yıl oldu, olmayada devam ediyor ne yazık ki. Anı biriktirmek ve edinebileceğim tüm deneyimleri önündeki tabakta duran her şeyi karnı doymuş olsa da bitirmeye çalışan bir çocuk gibi deneyimlemeye çalışıyorum. Bazen bütün bu uğraşlar "oyalanmak" için diyorum, bazen manâ bulduğumu sanıyorum. Yoruluyorum, vazgeçiyorum ve sonra tekrar başlıyorum. Hayatımızın en güzel anılarını sevdiğimiz dizinin o çok sevdiğimiz bölümünü tekrar tekrar izlediğimiz gibi yaşayabilmek istiyorum. Zaman sevginin sonsuzluğuna karışsın ve kaybetmek olmasın istiyorum. İncindiğimiz yerden onarılalım, korktuğumuz an yatıştırılalım istiyorum.

Ben bugün otuz yaşıma basıyorum ve bundan sonra her yaşım eksik olacak biliyorum.

Kim bilir daha hangi yaşlarıma kaç eksilmiş gireceğim. 

Ben hepimiz eksildiğimiz yerden tamamlanalım istiyorum. 

Bir sevginin "yaşam"a ihtiyaç duymadığını bana öğrettiğin, böylesine sevdiğin ve sevdirdiğin için teşekkür ederim Dede. 

Konuşmasanda sen yine sabah ilk kutlayanımsın.