26 Şubat 2011 Cumartesi

hastayız hepimiz..

dinle bak bişi var burda

çocukluğunda okulu hiç sevmeyenlerdendim ben, hala sevdiğim çok söylenemez ama her neyse..
okula gitmeyi hiç istemezdim, zaten marazlı bişeydim zırt pırt hasta olurdum, annem de gitmesin derdi, anneme sevgim tavan yapardı tam o anda.

tabi 1900lerin başı değildi ki hastalıklar uzun sürsün, ilaçla tedavi bulunmuştu ve malesef tadını en sevmediğim şeyler en iyi gelecek ilaçlardı hep, ağzım kadar ilaç yutar sonra da midemde gel gitler yaşar, 'kuscaamm yaaaaaa!' diye tepinir, kusarsam iyileşemeyeceğimi bildiğimden hemen çekmeceli çikolatamdan bir adet alıp ağzıma atardım.
hep ikilemde kalırdım ama, yaşadığım o hastalık hali beni benden alır hayattan soğutur ' allahım sen beni şimdi iyileştir, bu son bak, bi daha hiç hastalanmıcam' diye pazarlığa oturur, arkadaşlarım okuldayken istediğim gibi televizyon izleyebildiğim ve de sıkılmadığım için içten içe hastalanmama şükreder ve de inşallah daha, iyi olmama vardır diye tekrar açardım ellerimi havaya..


insan bünyesi büyüdükçe güçleniyormuş sanırım, artık hiç hasta olmuyorum, zaten hastalanıp okulu kırarsam, televizyonda ne çılgın bedişi bulabiliyorum, ne tsubasayı, ne şirinleri..

  zaten büyük insanlar öyle gripten nezleden çok etkilenmiyorlar, biliyorlar çünkü etkilenmiş gibi yapsalarda, işten/okuldan kaytarmaları onlara daha büyük kayıplar yaşatacak.
ama bir şey var ki benim çocukluğumdaki gibi yapıyor onları -aşk-,  veremden beter bir aşk..
işin zor kısmı şurada, bu hastalığı yenmek de buna yenilmek de mümkün değil, bu hastalık hiç bitmiyor.
aşka hasta oluyor büyük büyük insanlar, sancıdan kıvranıyorlar, ayağa kalkamıyorlar, hatta bazı zamanlar sadece haşlanmış patatesle doyuruyorlar karınlarını, ama yine de bu hastalık bitsin istemiyorlar..
aşkı istiyorlar, heycanı, tutkuyu, geberseler bile bu uğurda yine de 'yaşadıklarını hissetmek için' rüzgara çırılçıplak çıkıyorlar.
buluyorlar, yatağa düşüyorlar, üzülüyorlar, sonra kalkıp devam ediyorlar.. bir döngüymüşçesine.
sonu yokmuşçasına..
dışardan bakanların anlam veremedikleri 'şiddet içeren ilişkiler' yaşayanlara vazgeçilmez geliyor bir yandan.
kavga ediyorlar, birbirlerini sözlerle yaralıyorlar ama yine de birbirleri olmadan yapamıyorlar, en çok da bunu seviyorlar.
birinden hoşlanıyorlar, o kişiye kendilerini gösterebilmek, arkadaş olabilmek için saygıdeğer yerlerini yırtıyorlar, başardıklarında deli gibi mutlu oluyorlar, ama eğer o kişiyi elde ederlerse vazgeçip gidiyorlar.
oysa ki 'bi o benim olsun, başka da bir şey istemem' diye çok söyleniyorlar..
içten içe asla elde etmemek istiyorlar..
birileri deli divane oluyor o büyüklere, burun kıvıra kıvıra tamam diyorlar, sonra 3gün önceki deli divane bugün suratına bakmaz olunca,o kocaman insanlar, aslında hiç umursamadıkları o insan için kendilerini yataklarda halsiz ve güçsüz bir halde buluyorlar.

içten içe 'zor'u istiyor büyükler, bu hastalıkla oyun oynuyorlar, bazen zor olup kaçıyorlar, bazen kolay olup mahvoluyorlar..
ve her yataklara düştüklerinde hastalıktan, koca koca insanlar, yeniden çocuk olmayı diliyorlar, tek dertlerinin başını kaçırdıkları çizgi film olmasını istiyorlar...

her neyse..hepimize,

geçmiş olsun...

16 Şubat 2011 Çarşamba

bu burda dursun bi.




No, I don't want to fall in love
[This love is only gonna break your heart]
With you 
     

15 Şubat 2011 Salı

romantik!

-dinlersen diye-  


         Bir sevgililer gününü daha atlatmış bulunmaktayız, ağır romantizim ve mıçmıç ilişkilerden kaçan biri olarak, babaannemle geçirdiğim ilk sevgililer gününün sevinci içerisinde kaleme almaktayım bu yazıyı.

öyle işi büyütmeden gayet cool yaşadığım bu gün için de yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkürü borç bilirim.

her neyse sadede gelelim;

romantikliğin öldüğü bir devirde, bir zamanlar romantik olmama şu an tuhaf bir surat ifadesiyle baksamda yine de o devrin gerçekliğinden kaçamıyorum.
romantiklik bir sanattır, bir insana gerçekten beslediğin duyguları en tatlı kelimelerle söze dökmek kutsaldır, ama ne yazık ki romantiklik yalandır..
dün osmanın aşkından ölürken bugün hayrinin peşinden koştuğumuzu bi durup düşünürsek romantikliğin haybeye bir uğraş olduğunu da farkedeceğiz.

insanın moda girdiği durumlar olur, kızı ikna etmek istediği anlar; aldatmıştır, sevdiğine inandırmak ister(çok pis de sahici gözyaşı döker şerefsizler), kırmıştır hakaret etmiştir öküzlüğünü yine göstermiştir, gönlünü almak ister, kızı ekmiştir, hep aklında olduğuna inandırmak ister, azmıştır yatağa atmak ister..

çoğumuz biliriz ki romantik cümlelerin sonu çoğu zaman 'hıı oldu teşekkür ederim' le bitmez, bir öpücükle ya da daha fazlasıyla taçlandırılır, görev amacına başarıyla ulaşır.

ama zaten en büyük acıyı da bu romantiklik yüzünden yaşarız.
'orhan hani ben senin her şeyindim? o sürtüğe niye gittin?? hıçkk:'( '
'veli bana ayrılırsak ölürüm ben yaşayamam demiştin, ne oldu şimdi, yaşamak için gidiyorum da ne demek allahın belası!!'
'zeki senin en büyük ödülündüm ben, başına gelmiş en güzel şey, en vazgeçilmez mutluluğundum? nasıl mesajla ayrılmaya kalkarsın benden beni böylesine sevdiğini söylerken'
ve falan ve filan sürer gider bu hikayeler, hepimizin başına gelmiştir elbet çok sevildiğimizi sanarken terk edilmek!

işte bütün suç romantiklik denilen ipe sapa gelmez, 'an'ın atmosferiyle söylenmiş ve sadece 'an'lık olan sözlere kendimizi gereğinden fazla inandırmamızdan.
be salak sen sanıyor musun ki en paspal halin bile ona güzel gelecek, onca taş hatunun arasında gözleri senden başkasını görmeyecek, senin için dünyanın bir ucuna gidecek, aşkınız için her şeyini feda edecek?

sen sanıyorsun ki seni sevdiğinden kıskançlık krizine girip kavga çıkartıyor, sen sanıyorsun ki seni çocuk gibi sevdiğinden kaybetmekten öküz gibi korktuğundan, hayatındaki diğer erkeklere somurtuyor, hayatında tek erkek olmak istiyor, seni sahiplenmesi delicesine hoşuna gidiyor ya şimdi, diyorsun kendine böyle seven bulamam diye, romantik cümlelere boğup seni bağlıyor ya her defasında kendine..

aç gözünü hadi bir daha bak şöyle, seni hayalkırıklığına uğrattığı zamanları düşün, o romantik sözlerin kavga anında nasılda akıldan uçup gittiğini düşün, benim sevdiğim adam bu olamaz diye donakaldığını düşün, sevdiğinden değilde aslında hasta bir ruha sahip olduğundan yaptığı bütün kıskançlıkları düşün, o büyülü sözlerden kurtul kendine gel ve bak bakalım değer mi?

iki üç içi boş cümle uğruna iki gün sonra  o kadar gözyaşı dökmeye değer mi?
yeni sevgilisiyle geçerken önünden, senin kafaları yemene, her şey yalanmış diye sanki hepsi senin suçunmuşçasına kendini paralamana değer mi?
emin ol ilk sana söylemedi o sözleri, emin ol son defa sana söylemeyecek, kendini yalanlara ne kadar inandırırsan kendine gelmen o kadar zaman alacak..ve sırf başkasının yüzünden, olan seni gerçekten sevenlere olacak..

sevgililer günün geçmiş olsun ;)