çocukluğunda okulu hiç sevmeyenlerdendim ben, hala sevdiğim çok söylenemez ama her neyse..
okula gitmeyi hiç istemezdim, zaten marazlı bişeydim zırt pırt hasta olurdum, annem de gitmesin derdi, anneme sevgim tavan yapardı tam o anda.
tabi 1900lerin başı değildi ki hastalıklar uzun sürsün, ilaçla tedavi bulunmuştu ve malesef tadını en sevmediğim şeyler en iyi gelecek ilaçlardı hep, ağzım kadar ilaç yutar sonra da midemde gel gitler yaşar, 'kuscaamm yaaaaaa!' diye tepinir, kusarsam iyileşemeyeceğimi bildiğimden hemen çekmeceli çikolatamdan bir adet alıp ağzıma atardım.
hep ikilemde kalırdım ama, yaşadığım o hastalık hali beni benden alır hayattan soğutur ' allahım sen beni şimdi iyileştir, bu son bak, bi daha hiç hastalanmıcam' diye pazarlığa oturur, arkadaşlarım okuldayken istediğim gibi televizyon izleyebildiğim ve de sıkılmadığım için içten içe hastalanmama şükreder ve de inşallah daha, iyi olmama vardır diye tekrar açardım ellerimi havaya..
insan bünyesi büyüdükçe güçleniyormuş sanırım, artık hiç hasta olmuyorum, zaten hastalanıp okulu kırarsam, televizyonda ne çılgın bedişi bulabiliyorum, ne tsubasayı, ne şirinleri..
zaten büyük insanlar öyle gripten nezleden çok etkilenmiyorlar, biliyorlar çünkü etkilenmiş gibi yapsalarda, işten/okuldan kaytarmaları onlara daha büyük kayıplar yaşatacak.
ama bir şey var ki benim çocukluğumdaki gibi yapıyor onları -aşk-, veremden beter bir aşk..
işin zor kısmı şurada, bu hastalığı yenmek de buna yenilmek de mümkün değil, bu hastalık hiç bitmiyor.
aşka hasta oluyor büyük büyük insanlar, sancıdan kıvranıyorlar, ayağa kalkamıyorlar, hatta bazı zamanlar sadece haşlanmış patatesle doyuruyorlar karınlarını, ama yine de bu hastalık bitsin istemiyorlar..
aşkı istiyorlar, heycanı, tutkuyu, geberseler bile bu uğurda yine de 'yaşadıklarını hissetmek için' rüzgara çırılçıplak çıkıyorlar.
buluyorlar, yatağa düşüyorlar, üzülüyorlar, sonra kalkıp devam ediyorlar.. bir döngüymüşçesine.
sonu yokmuşçasına..

kavga ediyorlar, birbirlerini sözlerle yaralıyorlar ama yine de birbirleri olmadan yapamıyorlar, en çok da bunu seviyorlar.
birinden hoşlanıyorlar, o kişiye kendilerini gösterebilmek, arkadaş olabilmek için saygıdeğer yerlerini yırtıyorlar, başardıklarında deli gibi mutlu oluyorlar, ama eğer o kişiyi elde ederlerse vazgeçip gidiyorlar.
oysa ki 'bi o benim olsun, başka da bir şey istemem' diye çok söyleniyorlar..
içten içe asla elde etmemek istiyorlar..
birileri deli divane oluyor o büyüklere, burun kıvıra kıvıra tamam diyorlar, sonra 3gün önceki deli divane bugün suratına bakmaz olunca,o kocaman insanlar, aslında hiç umursamadıkları o insan için kendilerini yataklarda halsiz ve güçsüz bir halde buluyorlar.
içten içe 'zor'u istiyor büyükler, bu hastalıkla oyun oynuyorlar, bazen zor olup kaçıyorlar, bazen kolay olup mahvoluyorlar..
ve her yataklara düştüklerinde hastalıktan, koca koca insanlar, yeniden çocuk olmayı diliyorlar, tek dertlerinin başını kaçırdıkları çizgi film olmasını istiyorlar...
her neyse..hepimize,
geçmiş olsun...