3 Şubat 2012 Cuma

amin!


çocukluğumdan kalma bir anı var aklımda..
yatmışız yatağa, yanımda ananem, sıra gelmiş duaya..
açıyorum ellerimi havaya, tek tek sayıyorum bütün sevdiklerimin isimlerini, eğer unutursam herhangi birini, baştan başlıyorum saymaya..
isimler bitiyor, ve ekliyorum en içten isteğimi;

''Allah' ım ne olursun, onlara bir şey olmasına izin verme, hastalıklarını iyileştir, huzur ver, rahat bir hayat ver, paraları da olsun. Eğer herhangi birine bir zarar gelecekse, onlara gelmesin, bana gelsin. Ben ne gerekirse yaparım, sadece onlara dokunma.. Sevdiklerimi bana bugünde bağışladığın için teşekkür ederim.. ''

...

Çocukken çok korkardım ölümden, kendiminkinden değil, sevdikleriminkinden..
Bende kendimce bir çözüm üretmiştim, Allah' la pazarlık ederdim her gece, onları ne kadar sevdiğimi görürse kıyamaz belki onlara diye, ve de olur da onlara bir şey yapacak olursa, ben onların yerine geçmeye hazırım, bilsin diye..

Sanırım büyüdükçe işler değişiyor.. Ya da insan küçüklüğünde tatmadığı bir duyguyu tattığı zaman..
Değişiyor dualarda, aşık olduğunuzda..
Onun sizden alınmasını istemiyorsunuz, ve hayır, onun yerine sizi almasını da istemiyorsunuz..
Onunla bir 'hayat' istiyorsunuz yalnızca, birlikte geçireceğiniz onca zorluğu ve de onca güzel anıyı istiyorsunuz..
Onunla yeni yerler görmek, yeni ülkeler keşfetmek, yeni heyecanlar yaşamak, yeri geldiğinde deli gibi kavga etmek ama kavganın sizi götürebileceği 'bitiş' çizgisinden de deli gibi korkmak, ona baktığınızda içinizin titremesini ve sonunda canınız acısa dahi, o bu acıya değer diyebileceğiniz o insanı istiyorsunuz..

Emin olduğunuz tek şey, bu yaşadığınız hayat oluyor, ve de zaman zaman öyle güzel anılarınız oluyor ki, cennette hissediyorsunuz kendinizi..

Bir resim çiziyorsunuz kafanızda, içine en çok sevgi koyuyorsunuz, birlikte geçirilen güzel geceler ve de birlikte uyanılan mutlu sabahlar ekliyorsunuz, bi ton fotoğraf koyuyorsunuz hep çok mutlu olduğunuz, romantik akşamlar ve güzel süprizler, zorlu günlerin ardından yapılan kutlamalar, sarhoş olduğunuzda ve sokaklarda deli gibi bağırdığınızda, sizi susturmayan aksine kaçarken sizinle koşan, koşarken de elinizi tutan resimler..
çocuklar oluyor sonra, ufacık dünya tatlısı çocuklar, sevgiyle büyütülmüş, ve de sevmeyi bilen çocuklar, resminizi şenlendiriyorsunuz.
Bir koca değil, bir 'hayat arkadaşı' resmediyorsunuz..

Öyle ki, yaş yetmişlere dayandığında bile sizin yanınızdan ayrılmayacak, sizinle gülüp eğlenmeye, gezmeye devam edecek, öyle ki, önce sizin ölmenizden korkacak, siz olmadıktan sonra yaşamayı isteyemeyecek kadar sizi sevecek..

İşte bir gün geliyor, ve duanız bu resmin gerçek olması oluyor. Onunla mutlu bir hayat.. sonrası mühim değil..

bana resimler çizdiren o adam için ettiğim dualar gibi aynı..
bir sene değil, iki sene değil, yüzyıllar geçirsem onunla yine de sıkılmayacağım gibi..
sevmenin güzel bir şey olduğunu bana öğreten o adam gibi..

sizi ressam yapacak bir aşk gibi..


ve tabi ki şarkısı bu :)


2 Şubat 2012 Perşembe

Siz, hangisisiniz?


 Çok aşıktık biz.. uğruna dünyaları feda edebilecek kadar seviyorduk onu, ve de sevgi kırıntısı bile doyuruyordu karnımızı..

 Çok aptaldık biz.. uğruna kendimizden vazgeçebilecek kadar aptaldık, her hatasını affedebilecek kadar aptal..

 Çok yalancıydık biz.. her hatasını affedebilmek için, kendimize türlü yalanlar uydurabilecek kadar yalancıydık.. ve kendimize uydurduğumuz yalanlara sorgusuz inanabilecek kadar zavallı..


Neydi bizi bu noktaya getiren?

Çoğumuzun başından geçmiştir, sevgimizi hiç haketmeyen birini sevmek.. Aşırı değer verip, karşılığında yalnızca biraz ilgi istemek.. Tuhaftır ki, çoğumuza sorsalar 'onda ne buluyosun ki' diye, ilgilenmeyişi, üstüme düşmeyişi cevabını veririz.. Bizi en çok acıtan şey, bizi ona bağlayan şeydir..

Canımız o kadar yanar ki, ve biz affetmeye o kadar alışırız ki, bir zaman sonra normal karşılarız aslında karşı durulması gereken şeyleri. 'adam'dan bile sayılmayız onun için, bir araya gelindiğinde iki kelime birleşmez bile, derin bir sessizliktir tek kelime. Görüşmemeye o kadar alışırız ki, çevremizde sevgilileriyle buluşan insanlar için 'acaba sıkılmıyorlar mı birbirlerinden' sorusu uyanır hemen.. En önemli günlerimiz onun için bir anlam ifade etmez, ve deriz ki 'o böyle şeylere önem vermediği için yapmıyor'. Oysa bencilce yaşanmaz sevgiler, uğruna önemsenir umurunda olunmayan günler.. Onun kıskançlıkları yerinde olur her defasında, fakat bizimkiler saçmalıktan ibarettir aslında.. Aldatılsak bile affederiz, gururumuzu hiçe sayarız, onun bir kaç ay süren ezikliği yeter aşkımızın her şeye üstün gelmesine.. Ama sonra her şey tekrar eskiye döner, o zaman deriz ki, keşke o zaman bıraksaydım.. böyle yıllar geçer gider, sonunda baktığınızda kendinizi 'uzun' bir ilişkinin içinde bulursunuz.

Ama peygamber değilsiniz sonuçta, sizinde bir 'yeter' noktanız vardır..

oraya geldiğinizde ise, size sadece acı veren, hatırlanacak tek bir mutlu an bırakmayan o insana, tekmeyi basarsınız.. evet hemde öyle bir tekme ki, burdan fizana(çoook uzaklara yani)  yol olur..

onu gördüğünüzde hiçbir şey hissetmezsiniz bile, yıllarınızı geçirdiğiniz insan bir yabancıdır artık. ne nefret, ne hasret, ne aşk, ne de bir acıma.. öylece bakarsınız..

bir aşkı, bir sevgiyi öldürebilir insanlar. Evet, bir gün çok sevilirken, asla bırakılmayacağınızı düşünürken, bir de bakmışsınız yolda kalmışsınız..

sonra ne mi olur?

yolda kalan, koşmaya başlar gidenin ardından..
çünkü bilir, onun gibi birini bir daha kimse böyle sevmeyecektir...

iyi yolculuklar ;)

 for you