29 Mart 2017 Çarşamba

R O M A N Y A | B Ü K R E Ş

"Çanağında ne varsa, kaşığına o gelir" 

Gezmek görmek, yeni dünyalar keşfetmek, yeni kültürler ile tanışmak, bilmediğin bir şehrin sokaklarında tanıdık adımlar atmak. .

Bana her zaman yeni bir soluk olmuştur yol almak, yola çıkmak fikri bile beni sakinleştiren ve heyecanlandıran bir durumdur. Çünkü çanağında neler olduğunu ve çanağına neleri daha koyabileceğini en çok yolculuk esnasında anlar insan, zaten hayatta yaşam ile ölüm arasında katedilen bazen uzun bazen kısa bir yoldur bana kalırsa. 

Gezmek güzel şey amma bu hayatı da yorumlamak lazım biraz da ve de anlatmak gitmeyene, bilmeyene, görmeyene. Belki zaman olur o da gider diye, ya da belki gidecek hali vakti yoktur senin sayende gitmiş kadar olur diye. 

En son üç hafta kadar önce Romanya- Bükreşteydim. Ben öyle yolculuğa çıkmadan önce yol hakkında çok araştırma yapanlardan değilim, temel bilmem gerekenleri öğrenip, şehri şehirde keşfetmeyi seviyorum. Önce arabası olanlara güzel bir bilgi vereyim, Sabiha Gökçen' e çok yakın olan, 15 dakika da bir ringi olan ve 3 dakikada havalimanına varan Pentaş yahut İspark a arabanızı günlüğü 8 TL karşılığında bırakabiliyorsunuz. Sonrası toplamda 1 saatlik bir uçuş ve Romanyadasınız. Schengen ile ya da Romanya vizesi alarak da gidebilirsiniz. 
İlk uyarım, havalimanında para bozdurmayın! Bizim Türk Lirası şaşılacak şey ama onların LEI sinden daha değerli. 1 $ = 4.22 LEI iken havalimanında 3.60 LEI 'den bozdurarak ilk kez kazık yemiş oldum ve kendime yakıştıramadım. 8 LEI ile otobüs ile 40 LEI ile taksiyle şehir merkezine varabilirsiniz. 

Nerede kalacağız derseniz, bütçenize göre otel veya hostel seçebilirsiniz. Şehre gitmeden çoğu blogda güvenli olduğunu okudum, gerçekten güvenli bir şehir olduğuna da inanabilirsiniz. Old Town diye bir küçük merkezleri var, geceleri Bodrum Gümbete dönen ve eğlencenin son bulmadığı. Tarihe tanıklık etmiş şahane restoranları var, bunlar için rezervasyon yaptırmanız gerekecek çünkü küçücük şehir tıklım tıkış dolu. Cara'Cu Bere diye ünlü bir restoranı var, içi muazzam güzellikte, o yüzden giderseniz orada bir yemek yemenizi öneririm. 
Foursquare kullanıyorsanız orası size gerçekten doğru yerleri önerecektir, TripAdvisor turistlerin yoğunlukta kullandığı bir uygulama olduğu için, Foursquare de yerlilerinde düşüncesini bulabilirsiniz. 1888 de açılmış olan Atheneum konser salonuna vardığınızda ona iki dakika mesafede ara sokakta kalan French Revolution dan ekler yemek must have listesinizde olsun, ömrümün en iyi eklerini yedim ben çünkü. Gerçekten iddaalıydı, bu arada Atheneum da eğer şanslıysanız bir konsere denk gelebilir ve kulaklarınıza da ayrı bir ziyafet yaşatabilirsiniz :)
   

Mustafa Kemal Atatürk' ün büstünün olduğu ve Old Town' a oldukça yakın Odeon Tiyatrosu önünde, Ata ile haklı bir gurur yaşayabilir ve bu anı fotoğraflayabilirsiniz. 


Bükreşte 3-4 tane birbirinden güzel park var büyüklüğü hayranlık uyandıracak cinsten. İnsanlar yalnızca spor yapmaya gitmiyorlar bu parklara, her medeniyet seviyesinin göstergesi gibi, yeşille ruhlarını beslemeye, tabiatın içinde birbirleri ile sohbet etmeye, dünyanın kaprisini bir nebze olsun hafifletmeye gidiyorlar. Siz de arkadaşınız var ise onunla, yoksa da ebedi dostunuz olan kitabınızla gidebilir ve muazzam ağaçların altında tatlı bir öğle yaşatabilirsiniz kendinize. 

Yemek ve içki fiyatları İstanbul ile aynı, korkmanıza gerek yok. Bir kokteyl için maximum 35 TL, bir yemek için maximum 40 TL ödersiniz. Daha da kıyak bir şey isterseniz, paraya da bakmazsınız zaten :) 

Gelelim Bükreş denilince ilk akla gelen ve beni en çok etkileyen yere. Parlemanto Binası! Ben bilmiyordum, gidince öğrendim. Romanya Eflak- Boğdan hikayesinden sonra monarşi ile yönetilmeye başlıyor. Romanya kralının SSCB ye toprak vermesi ile, kral rezil oluyor ve general Antonescu yönetime el koyup toprakları geri almak için Almanyaya destek veriyor. 1944 yılında Kızıl Ordu, Antonescu' yu deviriyor ve Romanyayı işgal edip, 1947 de Komunist Romanya Halk Cumhuriyetini kuruyor. Gel zaman git zaman 1967 yılında Çavuşesku ülkenin başına geçiyor, ve komünizmin yerini gün be gün diktatörlük alıyor. 
Gelelim bu amcamızın yaptıklarına; 
-Kürtaj yasak, en az 5 çocuk! 10 çocuk varsa kadın kahraman ilan ediliyor. 
-Kadınlar doğum muhafızları yüzünden çocuk doğurmaya mecbur kılındığı için belki de yüzbinlerce çocuk annesiz büyüyor çünkü kaçabilen kaçıp gidiyor. 
-Boşanmak, e o da yasak. 
-Doğum kontrol, e haliyle o da yasak. Avrupada çocuklarda AIDS bu yüzden 80lerde  %60 ile en çok Romanyada görülmüş. 
-Batıdan dış borç, gani gani! 13 milyar $ borçlanma. Borcun ödenmesi için ülkede tarım ve endüstriyel üretimin çoğunun ihraç edilmesi sonrası ülkede kıtlık. 
-Çavuşesku tok, zengin, ülke aç, yoksul. 
-Medya ve yayın yasağı, yasaklanan kitaplar, halka sadece kendi istediğini izletmesi ve dinletmesi.
-Dünyanın ikinci en büyük yapısı sayılan, inşaatı yıllar süren devasa Parlemanto Sarayı, ya da Romanya halkının tabiri ile "Çavuşesku' nun Evi" 




Sonuç, 89 da bıçak kemiğe dayanır ve halk isyan eder. Ve Çavuşesku ve Eşi ordunun yönetime el koyması sonrası, -Çavuşesku her ne kadar siz bana hizmet ediyorsunuz diye bağırsa da-, kaçarlarken yakalanmaları sonucu iki saat süren bir mahkeme sonrası kurşuna dizilerek sizlere ömür. 

Sonuç, komünist rejimin izleri ve Çavuşeskunun başarısız yönetimi hala etkisini yitirmiş değil. Rumenler hala bunu acısını çekmekte. Ekonomileri AB' de sondan ikinci. İktisadi üretkenlik yerlerde. 

Komünizmden kalma gri beton yığınlarının arasında, yaşamaya çalışmaktalar. Bazen kötü şeylerin sona ermesi maalesef kötü giden gidişatı durdurmaya yetmiyor. Dünya daha iyi bir yer olduğunda, onlarda refaha kavuşacaklar inşallah! 

Gittiğiniz yerden, anlatacak hikayelerle dönmenizi ve şu cümleyi hiç unutmamanızı dilerim; 

"en uzun yolculuklar, bir adım ile başlar" 






20 Mart 2017 Pazartesi

Y E T M E Z M İ A B İ D İ N ?

Sana mutluluğun resmini çizemem ama matkapla duvar delebilirim, yetmez mi Abidin?

Bazılarınızla tanışıklığımız vardır belki, belki de çoğunuzu tanımıyorum. Kelimelerin gücü ile belki hayatlarınıza dokunuyorum, belki de zamanınızı boşa harcadığınız ve okumaktan pişmanlık duyduğunuz satırlar olarak kalıyorum aklınızda.

Merak edenlere anlatıyorum, 25 yaşındayım, hayli çekirdek bir ailenin çekirdek ferdiyim. Aydınlıyım, Eskişehir' de okudum, İstanbul da yaşıyorum. Ve KADINIM!

Evet son cümlede vurgu var, çünkü geçtiğimiz son birkaç ayda, bunu daha yüksek sesle söylemek, daha kalın tonlarda vurgulamak gerektiğine kanaat ettim. Toplumdaki eşitsizlikten ya da kadın olmanın Türkiye de ve hatta Dünya da zor oluşundan bahsetmeyeceğim sizlere. Kendimden bahsedeceğim biraz, çünkü gidebildiği yere kadar giden, tek başına dünyayı gezmeye çalışan biriyim, yaptığı işi "erkek" gibi yapan, çoğu erkekten daha çok çalışan, çoğu erkekten daha korkusuz olan, sesini yükseltebilen, çoğu erkekten çok daha az muhtaç ve daha özgür ve daha ayakları yere basan bir KADINIM!

Merak ediyorum, kaçımız bu "KADINIM" lafını söylerken gururlanıyor? Toplumda "kadın" olmanın bile farklı bir anlam ifade etmesi yüzünden, kız çocuğu olarak kalıyor nicelerimiz. Kendi potansiyelinin farkına bile varamadan, çok da kendisine ait olmayan hayatları yaşarken buluyor kendisini. Kız çocuklarının hayalleri süslüyor onlarınkini de, evcilik oyunlarındaki beş saati sohbetlerinde annelerine benzemeye çalışarak geçiriyorlar hayatlarını. Lafım evlenenlere değil, aksine herkes çok mutlu olsun isterim ki dünyayı dar etmeyi bıraksınlar birbirlerine, lafım yapacak başka bir şey olmadığından, gidecek başka bir yol kalmadığından, öyle sandığından evlenen yahut bir ilişki yaşayan tüm KADINLARA! Onlar hala kız çocukları olduklarına inansalarda, onlar da kadın aslında.

Bireylerin sınırları tektir, farklılık yalnızca fiziki güçleridir.
Ben bir kadınım ve evimin badana boyasını yapıyorum,
ben bir kadınım ve duvarı matkapla delip istediğim rafı monte edebiliyorum,
ben bir kadınım ve son derece başarılı araba kullanıyorum,
ben bir kadınım sırtıma çantamı alıp korkusuzca yol alabiliyorum,
ben bir kadınım paramı kendim kazanıyorum,
ben bir kadınım fikirlerimi söylemekten çekinmiyorum
ben bir kadınım inandığım şeylerin ardında yıkılmadan dimdik durabiliyorum
ben bir kadınım ve değiştirebileceğim çok şey olduğuna inanıyorum
ben bir kadınım ve hepinize bu satırları yazıyorum.

"erkek gibi kız" övgüsünden, "kız gibi erkek" yergisinden uzak bir bakış açısıyla yaklaşıyorum, çünkü kadın ve erkek olarak savaş halinde değiliz biz. Erkeğin adı "zengin koca" olmamalı bizler için, yalnızca gönül yareni olabilir bizdeki gönle eş ve aksini hiçbir KADIN kabul edememeli. Satılık bir beden satılık bir ruh değil sahip olduklarımız, çok daha değerli.
"kadın gibi kadın" olmayı seçiyorum ben, yürüdüğü yollarda iz bırakan, hayatındaki insanlarda hayata dair değişiklikler yaratan, yaptığı işe katkı sağlayan, ve topluma borçlu olduğuna inanan.

Ne istemediği konusunda emin olan, ve ne istediğini bilen, değişime ve dönüşüme açık olan bir "KADIN" olarak yazıyorum bu yazıyı, seneler sonra dönüp bakabilmek için, ve belki birinizin hayatını değiştiren kişi olabilmek için.

KADIN olduğunuzu daha yüksek sesle söyleyin, KADIN olduğunuzu ve eşitliğin verilmediğini sizin onu kazanmanız gerektiğini bilerek hareket edin, KADIN olarak her şeye gücünüzün yetebileceğinden emin olarak başlayın güne, KADIN olarak ilk vazifenizin her zaman mücadele etmek olduğunu hatırlatın kendinize, KADIN olarak aynaya bakın ve GURUR duyun kendinizle!

Ve de bu yazıyı, hayatımdaki güçlü kadınlara adıyorum.

Ablama, ve anneme..




                                                                 Yetmeli, Abidin :)