Cenevrede botanik bahçelerindeki tropikal çiçeklerden biri bu resimde gördüğünüz. Bunu bu şekilde çekebilmek için bir lens aldım telefona, çiçekler hayatın renklerini gösteriyorlar diyerek ha babam çiçek çeker oldum. Botanik bahçesine gidebilmek için ise, on beş dakika boyunca ciddi bir yağmurda yürüdüm, ve botanik bahçesinden çıktıktan sonra bahçeden çıkamadım bir türlü, kayboldum. Önce yukarı çıktım, yol bitti geri döndüm. Sonra sola gittim, kapı kapalıydı geri döndüm. Kaza bela bir şekilde çıkabildim bahçeden, göle girmiş kadar ıslanmış bir şekilde, zira Cenevre' ye iyi yağıyor mübarek!
Bu esnada botanik bahçesinin içindeki minik hayvanat bahçesini buldum, ve hayatımda ilk kez ceylan ve flamingo gördüm. Bizim inekler nasıl kokuyorsa ceylanlar da öyle kokuyormuş, kokularının öyle olabileceğini bilmezdim, şaşırdım.
Ve de bu tropikal çiçeklerin çok da bir kokusu yokmuş. Renkler canlı olunca insan parfüm kokuları hayal ediyor tabii.
Bir arkadaşım bana; kokularını içine çekmenin dokunmanın ve izlemenin ayrı keyif olduğuna emin olduğunu söyledi.
Sırılsıklam olmuş, bizim memleketin ineklerinin kokusunu içime çekmiş bir halde durdum düşündüm.
Gördüğümüz fotoğraflar ya da izlediğimiz hayatlar bizlere çok keyifli gözükebiliyor.
Fakat işin arka planı bambaşka oluyor çoğu zaman. Çeşit çeşit zorluktan geçiyoruz, doğru yola girmek için kaybolup, doğru resmi çekmek için ıslanabiliyoruz. Bedeller ödüyoruz sahip olmak istediklerimiz için, bazen madden bazen manen. Şehrin en güzel manzarası için bir tepeye çıkmamız gerekiyor, tıpkı hayatımızda tırmandığımız gibi, orada da tırmanıyoruz dik yokuşları. Fotoğraf karelerine yansıyan kadar mutlu olamayabiliyor ilişkiler, dostlardan kazık yiyebiliyorsunuz beklemediğiniz anlarda, kariyerler için fazla mesailer gerekebiliyor ya da çocuklar uslu durmuyor albüm kapaklarında durduğu kadar.
Bazen kendi hayatınız dağılıyor, tıpkı eviniz gibi. Ve kendinizi nereye koyduğunuzu bulamayabiliyorsunuz, gözlüğünüzü kaybedip durmanız gibi.
Çamaşır makinesinin içinde kalan çoraplara benzeyebiliyor ilişkiler, en ihtiyaç duyulan anda teki olmadığı için bir işe yaramayışları gibi.
Hayat kimseye kolaylıkları ile gelmiyor, fakat gördüğümüze aldanıp birilerinin hayatı kolay sanıyoruz ve taleplerimizle doğru oranda artıyor isyanlarımız.
Hayatı sevmemeye çok yatkınız, bahaneler üretmeye ise meyilli.
Kaybolmak ise aslında güzeldir, sonu varmak ile biter çünkü bütün kaybolmaların.
Dağınıklığın içinde kendini bulmak gibidir, gözlüğün yerini hatırlamak.
Çorabın tekini bulmak, ya da tek bir işe yaramayacağından atmaya karar vermek gibi.
Kaybola kaybola kaybolmaktan korkmamayı öğrenmek gibi, hiç beklemediğin şeyleri bulmak gibi.
Çünkü ille ki çıkar her yol eninde sonunda bir düzlük patikaya.
Beethoven 9.senfoni' yi sağır olduğunda yazdı,
Einstein' ı ağır zihinsel engelli diye okuldan attılar,
Sezen' in ilk plağı tutmadı, sonrasında girdiği altın ses yarışmasında altıncı oldu,
Lincoln yüzbaşı gittiği savaştan er döndü,
Walt Disney' i hayal kurma yeteneğinden yoksun diye işten attılar,
Henry Ford, Ford Motor Company' i kurmadan önce beş kez battı.
Adriana Lima, kocası tarafından iki kez aldatıldı.
Bu liste uzaya kadar uzayabilir, demem şudur ki:
"Her hikayenin ve insanların tıpkı madalyon gibi iki yüzü vardır; biri dünyaya gösterdikleri, öteki kendilerine sakladıkları"
İnanın, tek kaybolan, başarısız olan, terkedilen, aldatılan, kazık yiyen, terfi alamayan, sınav kazanamayan ya da yolu bulamayan siz değilsiniz.
Bütün mevzu bunlar başınıza geldiğinde, cesaretinizi toplayıp tepeyi tırmanmaya mı devam edeceğiniz, yoksa ağlayarak evinize geri mi döneceğiniz ile alakalı.
Ve inanın, şehirler tepelerden çok güzel görünürler.
Bence tırmanın!
Ve her şeyden önce, kendinize bir hoşça bakıp, inanın!
Birileri yapıyorsa, sizde yapabilirsiniz.