2 Temmuz 2017 Pazar
B E K L E N T İ
"İnsan her şeyin ölçüsüdür"
Böyle demiş MÖ 486 da dünyaya gelen Atinalı Protagoras. Felsefenin en güzel yanı öne sürülen düşüncelere bakıldığında insanın başlangıçtan bu yana hiç değişmediğini gösteriyor olması bana kalırsa. İnsan çiğdir, insan özdür ve çağlar da geçse, medeniyetler yıkılıp baştan kurulsa bile insan aynı kalır.
Bir yaşama sırasında başınıza gelecek her türlü iyi ve kötü hadisenin tek sorumlusu sizsiniz, kendiniz yani. Dünyada yaşayan 7.5 milyar insan var, fakat yalnızca sevdiklerinizin ölümü ve doğumu etkiliyor sizi. BM ye göre 192 ülke mevcut, onun üke olarak tanımadıklarıyla birlikte bu rakam 236 ya ulaşır. Siz kaçına ayak bastıysanız, yahut kaçını görebildiyseniz sihirli kutunun içinde renklendirmeye çalışırken hayatınızı o kadarı mevcut aslında. Yeşilin rengi ve/ya yaprakların sesi siz onu o şekilde yorumladığınız için var. Ve sürüsüne bereket daha pek çok şey.
Gelelim asıl konumuza, hayal kırıklıklarımız, dost masalarında anlattığımız acılarımız, kazıklarımız, ihanetler, bizi mutlu ve mutsuz eden bütün olaylar. Omzumuzun üzerinde ara sıra taşımaktan yorulduğumuz kafalarımızın içindeki kudretli beyinlerimizin, var oluş sebebi bizi hayatta tutmak. Bütün bu bahsi geçen duygu durumlarıyla onun bir ilgisi yok. Duyguları isteyen bizleriz, gördüğümüz herkesi/her şeyi gözlerimiz ve bilinçaltımız süzgeçlerden geçiriyor, sonra kimisini yakın buluyor, kimisini uzak tutuyor, kimine aşık olup, kiminden nefret ediyor. Altta yatan binlerce farklı sebepten oluyor bütün bunlar. Hayatlarımıza almaya karar verdiğimiz insanlar içinse bizler çok da farkında olmadan beklentiler oluşturmaya başlıyoruz.
Yaşamdaki insan ve kendimiz kaynaklı mutluluk ancak doğru beklenti yönetimi ile mümkün kılınabilir bana göre.
İlk kural: KENDİNİ TANI.
İkinci kural: KARŞINDAKİNİ TANI.
Üçüncü kural: ONDAN SEN OLMASINI BEKLEME.
Dördüncü kural: ONA HER ŞEYİNİ VERME, ONA YETECEK OLANI VER.
Hayatımızın en iç halkasında bulunan insanlara yaptığımız uğraşlar sonrası benzerlerini beklemek, ve karşılığını bulamayınca kendimizi "değersiz" hissetmek, bizim yanlış beklenti yönetimimizin bir sonucudur. Belki bizim verdiğimiz onca uğraşı karşı taraf da beklemiyordur, belki bu ilişkiyi bu şekilde kuran "bizden" kaynaklıdır bu alma verme dengesindeki eşitsizlik. Ya da belki benzer yerlere koymamışızdır birbirimizi. Siz "can" görürken, "dost" olmuşsunuzdur biri için, "dost" sanarken o sizi almış "yakın arkadaş" halkasına koymuştur, "yakın" dediğiniz "uzak" bellemiştir sizi. "aşk" dediğiniz için "ilgi duymadır" karşılığınız.
Hayatın basit bir matematik olduğu kanaatindeyim, eğer bir denklemde eşitlik yok ise, dengeler bozuluyor. Kendimizi ve karşımızdakini tanımadan denklemi doğru kurmak mümkün olmuyor. Uğraşları doğru yerlere vermek, elimizdeki kaynakları- ki en mühim kaynak zamandır- doğru yönetmek gerekiyor.
Sizi üzen herkes ve her şey için tek sorumlu sizsiniz. Karşınızdakine yüklenmeye gerek yok, onun sizi kırmasına ya da vakti zamanında mutlu etmesine siz izin verdiniz. Fedakarlıklarınız için kimse kapınızda yatmadı, gecenin kör vakitleri siz kendiniz açtınız o kapıları.
Beklentilerinizi yönetmeyi öğrenin, doğru bedelleri ancak bu şekilde ödersiniz. Aksi takdirde yanlış insanlara yaptığınız fazla yüklemeler sonucu nerede yanlış yapıyorum diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
yalın ve çok güzel bir anlatım.Kutlarım
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
Sil