7 Aralık 2010 Salı

bir vardı... bir de baktım yok oldu!



'insan kaybedince anlar sevdiğinin değerini' dedi.
'öyleyse bırak, hep kayıp kalsın' dedim.


ne zaman sevmiştik bu denli birbirimizi? 
başlangıcı tam olarak neredeydi?
ve hangi hareketi yüzünden seçmiştik güvenmeyi?
bu gerçekten gerekli miydi?
'sevmek' fiili yemek yemek gibiydi adeta, en elzem ihtiyaca dönüşüyordu insan hayatında zaman aktıkça..
yaşama sebebine ihtiyaç duyarmışçasına bağlanıyorduk sanki biz birilerine, 'sevmek' istiyorduk delicesine..
oysa kimse sevdirmiyordu kendini kimseye, biz bir kapı aralıyorduk 'sevebilmek' için, bir şans tanıyorduk, birlikte zaman geçiriyorduk, etkilenmek istiyorduk, ve kendimiz yazıp kendimiz oynuyorduk.
hayatlarımıza başkalarını biz dahil ediyorduk! 
her yeni tanıştığımız insanı potansiyel sevgili gözüyle inceliyorduk öncelikle, kimileri 'asla olmaz'a dahil oluyordu ilk dakikada, kimisi 'ilgilensin, açılmadıkça sorun yok' a yazılıyordu biraz zaman sonra, bazıları da 'iyi arkadaş olur bundan' grubuna nail oluyordu, ve birileri 'neden olmasın, hoşmuş aslında' grubunda ipi göğüslüyordu. Eğer son gruba birilerini ekleyebilecek kadar şanslıysak o gece, hemen işe koyuluyorduk sinsice, onunla daha çok sohbet ediyorduk ortamda, sosyal paylaşım sitelerinden ekleniyordu iki insan eve gidince, online olunuyordu bütün çevrim içi sohbetlerde, bir bahane bulunuyor ve tekrar dışarı çıkılıyordu, hayaller kuruluyordu sonraları, başlanıyordu yavaş yavaş sevmeye.

işte sevgiler böyle başlamaktaydı, birilerini istersek seviyor, istersek üstünü çiziyorduk..
elbette bu denli aynıydı terkedilmelerde, kız yakın arkadaşlarının omzunda ağlıyordu, kaybettiğinden midir, yoksa terkedildiğinden mi bilinmez çocuğu büyütüyordu gözünde, hak veriyordu birdenbire, ve kendi hatalarını görüyordu istemese de..
erkek mi? 
o da arkadaşlarıyla zaman geçirmekteydi, kendini içkiye vurmaktaydı, belki ilk sigarasını o kız yüzünden yakmaktaydı.
terkedilen herkes bir melankoliye doğru yol almaktaydı ve içten içe suçlamaktaydı karşı tarafı
'niye girdin ya hayatıma, niye sevdirdin kendini? madem böyle yarımyamalak bırakacaktın neden yaptın ki?'
unutuyorduk insanlara kendimizin 'izin verdiğini'


bazen ayrılan iki insan barışıyordu tekrardan, tabi ki de 'bir' geri dön diyen oluyordu iki kişilik sevmelerde, acı çekmesine rağmen birileri gururunu hiçe sayıp 'gel' diyordu ötekine, seni seviyorum işte! 
ve dönünce eski sevgili geriye, eskisi gibi olmaya başlayınca bir şeyler, 'bu muydu?' deniyordu, madem bu kadar basitti, neden üzüldüm ki o denli?
aşk iktidarı seviyordu işte, köpek gibi koşuyorduk birilerinin peşinden bir müddet, yakalamak istemiyorduk içten içe, yakalayınca ne yapacağımızı bilemiyorduk çünkü..
o yüzden kayıp kalması daha iyiydi, o insan için sonsuza kadar üzülmüyorduk ne de olsa, 'aşkın' bir süresi vardı, 'aşkının peşinde koşmanın' da öyle, bir zaman sonra eski tadı kalmıyordu hiç bir şeyin, ve de unutulup gidiliyordu işte, geriye kalan ise tek bir cümle;

'bir zamanlar nasıl da sevmiştim seni, nedense... '



   la la la...                                                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

bir diyeceğim var!