sevmekle başlıyordu her şey, ve sevmekle bitiyordu her şey..
filmlerde izlediğimiz, kitaplarda okuduğumuz, şiirlerle bize sunulan aşk çoğumuz için en değerli duygu belki de. hayatta her şeyi elde edebilirsiniz, her şeye sahip olabilirsiniz ama aşk sizin elinizde değildir. kontrolü sizde olmadığından güzeldir belki kim bilir.
tek bir kişinin yeryüzündeki herkesten daha değerli olduğunu düşünün, tek isteğinizin o kişinin de sizi sevmesi ve de onunla ölene dek birlikte olmak istediğinizi hayal edin. böyle bir duygu için çaba sarf edersiniz , özverili davranırsınız, düşünceli olur bu duygunun hakkını vermeye uğraşırsınız. her sabah uyandığınızda ilk o gelir aklınıza ve her gece yatmadan onu düşünürsünüz. böylesine kuvvetli bir duyguyu ise ne yazık ki kolay bulamazsınız. ancak çok kolay yitirebilirsiniz.
çoğu insan çok sevdiği halde terk edilmiştir. çoğu kez duymuşsunuzdur 'ben çok seviyordum, ama gitti'. bu da olayın dramatize tarafıdır tabii. her zaman bir de terk edeni dinlemek gerekir. birine sevginizi sonuna kadar verdiğinizde, onu her şeyin üstünde tutup değerli gördüğünüzde, fedakarlık yapmaktan kaçınmadığınızda, çıkan tartışmaları sırf olay büyümesin ilişkiniz zarar görmesin diye alttan aldığınızda, onu mutlu etmek için süprizler yapmaya çalıştığınızda, sevdiğinizi söylemekten çekinmediğinizde nedense karşı taraf farklı davranmaya başlar. sanırım bunun sebebi sizin artık fazla kolay olmanızdır. ya da insanoğlu sevildiğinde geri tepen bir bünyeye sahiptir.
işin ironisi burda başlar, siz sevdiğiniz için değer verdiğinizde, ve bu değeri görmediğinizde yine sevginiz için sabredersiniz. fakat bu bir yere kadardır, çünkü hiç bir sevgi karşılık bulamadığında, ya da istediği karşılığı bulamadığında devam etmez, biter gider. aşkınızı öldürebilirler, heyecanınızı yerle bir ederler, ve öylece boşa kürek çekerken gördüğünüzde kendinizi, acırsınız halinize. derhal toparlanır ve yola devam etmenin bir yolunu bulursunuz.
aşkınız ilk defa öldürülmüyorsa eğer hayatınıza devam etmesi o kadar da zor olmayacaktır. kimsenin yaşamak için kimseye ihtiyaç duymadığını bilirsiniz çünkü. yalnızca inancınız zedelenir ve hayatınıza girecek olan sonraki insan için işler bir öncekinden bir nebze daha zor olur.
sevgileri öldüren, aşkları katledenler ise; siz gittikten sonra anlayacaklardır ancak bir şeyleri. sevginin kolay olmadığını, her köşe başında insanın karşısına çıkmadığını..
sevgiler için çaba sarf etmek gerektiğini anladıklarında size geç kalmış olacaklardır.
o yüzden hissettiğiniz duyguya tekrar dönüp bakın, eğer güçlüyse, eğer farklıysa, eğer sizinle kalsın istiyorsanız, bu duygu için çabalayın, sahip çıkın. kıymetini bilmediyseniz de boş yere terk edilmekle suçlamayın karşı tarafı.
aşkınızın kıymetini bilmeniz dileğiyle..
şarkısı
20 Kasım 2012 Salı
13 Ağustos 2012 Pazartesi
YARGILARIM!
Küçükken okuduğum iki söz var aklımda, hiç çıkmayan, aklıma kazınan.
'Ön yargıları yıkmak, atomu parçalamaktan zordur' -Albert Einstein
Sanırım bu dünyada hepimizin ortak noktası ön yargılarımızın oluşudur. Bu öyle bir yargılama ki, bizim için 'Merhaba' dan önce geliyor. Karşımızdaki insanı kendi yargılarımız doğrusunda bir kalıba sokuyor, onu daha hiç tanımadan ondan hoşlanmıyoruz. Tanıyınca da hakkında yanılmışım diyoruz.
Ve hepimiz, bu ön yargıların öylesine esiri olmuş durumdayız ki, içimizden geçen kişi olamıyoruz, çünkü yargılanmaktan çok korkuyoruz. İnsanların bakışları şu hayatta bizim için kendi benliğimizi savunmaktan daha önemli.
Kılığı düzgün olmayan adama (ki o kılık kime göre neye göre düzgün, çoğunluğun giyindiği gibi giyinmek bizim için 'düzgün'lük kavramına uyuyor sanırım) direk yakıştırma yapıyoruz, manyak işte, kesin keştir, tipe bak bu ne ya, olmuş mu?
Ya da daha ağırı, günaha sokar böylesi adamı, bu ne biçim kıyafet! yakmalı bunları, kötü örnek hepsi.
Yolda istediği gibi yürüyen adama, mal sıfatını yapıştırmamız, acaba bi sağlık sorunu mu var diye hiç düşünmeyişimiz, ya da sağlık sorunu olan insanlara olan o tuhaf, acıyan ve yargılayan bakışlarımız..
Dilencilere olan yaklaşımımız, ya acıyan, ya umursamayan, ya da farkında bile olmayan. Bunlar çete, bunlar insan soyuyor diyen fikirlerimiz.
Dinsiz görüneni hemen yanacak bu diye damgalamamız, sebebini sormadan, merak etmeden, inandığımız dinin sadece coğrafyadan kaynaklanmasına rağmen.
Sevgilimizin eski sevgilisine sırf öncesinde sevdiğimiz insanın hayatında diye kin duymamız. Onun sevilecek yanı olmadığına inanmamız, tek kelime etmeden yargımızı yapıştırmamız.
Demet Akalın vs. dinleyen, cluba gitmeyi seven adamın, boş olduğuna inanmamız, bunları seviyosa böyledir dememiz.
Ne güzel yargılarımız var değil mi, oysa istediği gibi giyineni takdir etmeli insanların düşüncelerini siktir edebildiği için, ya da yolda istediği gibi yürüyen adamı tebessümle izlemeli, içten içe özenerek, sağlık sorunu olan insanı yargılamadan önce, ona acımadan önce hayat hikayesini dinlemeyi istemek gerek, bütün dilencileri bir tutmadan önce karnın aç mı diye sorabilmek gerek, dinsizi dinlemek inandığı şeyi merak etmek gerek, eski sevgili belki de iyi, eğlenceli ve çok sevilesi biridir, ön yargılara teslim olmadan evvel bi tanımak gerek.
Dinlediği müzik için, sevdiği ortam için kimseyi kalıba sokmamak gerek, nereden bilebilirsin ki çeşit çeşit müzik dinlemediğini?
Kısacası ön yargılardan kurtulmak gerek, en azından bi denemek gerek.
En boş gördüğün insan senin ufkunu açabilir, en küstah bulduğun kişi mütevazilikten yıkılıyor olabilir, en soğuk bulduğun adam senin en yakının olabilir.
Eğer ön yargılarınızdan kurtulabilirseniz tabii.
aklıma kazınan ikinci söze gelirsek, o da şu;
' insanları yargılarsam, onları sevmeye zamanım kalmaz '
1 Ağustos 2012 Çarşamba
PSİPSİKOPATIM
Herkesin başından bir psikopat ilişki geçiyor sanırım. Er ya da geç gelip buluyor birisi.
İnsan iradesini ve sorgulama yeteneğini kaybediyor böyle zamanlarda, nedense bir teslimiyet hali çöküyor insana.
İki insanın birbirinden hoşlanmasıyla başlıyor her şey, ve galiba başlarda bu hoşlantıdan kaynaklı bir fazlaca zaman geçirme oluyor. Devamlı konuşma ve buluşma isteği, zamanını birlikte geçirme çabası doğuyor. ya da belki, o sırada iki insanda birbirine bağlamaya çalışıyordur kendilerini. sevildiğinden emin olma isteği yani.
Her neyse, ilişkimizin üçüncü kısmında, bağlama ve bağlanma işlemi başarıyla sonuçlandıktan sonra, bir benimseme hali alıyor insanı. 'o benim' düşüncesi yerle bir ediyor her şeyi. Hoşlandığımız, sevdiğimiz, hatta belki de aşık olduğumuz insan, küçük olaylarla başlıyor hayatımıza müdahale etmeye.
Mesela tatlı kıskançlıklar;
' seviyorum işte seni, ne var onunla görüşmesen, kıskanıyorum anlasana' gibi demeçlerin insanda
'ayy canım kıyamam, nolcak ya tamam görüşmeyeyim' gibi kabul etmelerle sonuçlanması gibi.
Sen arkadaşlarınla buluşacakken onun, 'onları sonrada görürsün, ben seni çok özledim' demesi sonucu arkadaşlarını ekmen gibi.
evet bunlar aslında o kadar da anormal olmayan şeyler, ancak bunun bir de sonrası var ki, o da şöyle;
iki insan birbiri üzerinde söz sahibi olmaya başladıkça, insanoğlunun yapısından kaynaklanan bir hükmetme isteği geliyor, söylediğini yaptırma, sözünü dinletme arzusu öyle güçlü geliyor ki, onun hoşuna gitmeyen insanla görüşmeyelim, kıskandığıyla konuşmayalım hatta düşman olalım, onsuz bir yere gitmeyelim, mümkünse eğlenmeyelim, hep o olsun isteyelim isteniyor.
Bu istekler bir zaman sonra tatlılıktan, kısıtlama haline dönüyor. Ve işte o an, diğer tarafta başlıyor kısıtlamalara. Madem ben yapamıyorum, öyleyse sende yapamazsına dönüyor, sende onla görüşme, sende buraya gitme, sen de onlarla takılma, sende ona bakma! vs...
Tabi ki ardından taht kavgaları başlıyor, kısıtlana kısıtlana yaşanacak bir hayat kalmıyor, insan boğuluyor ve boğulduğunu sudayken anlamıyor.
En son noktada kavgalar patlak veriyor, ardı arkası kesilmeyen, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen.
Ve en kötüsü, zamanında verdiğiniz tavizler, o son noktada başınıza kakılıyor.
ama önceden böyle değildi, eskiden yapıyodun, çok değiştin, artık beni sevmiyosun, başkası mı var ? vs...
Ve tabi ki, dayanılmaz bir hal alıp bitiyor. bu süreç 2 haftada olmuyor üstelik, yıllar geçiyor. Siz yıllarınızı sonunda doğru düzgün hatırlamadığınız kötü bir ilişkiye vermiş oluyorsunuz.
Oysa başta o insanı sevmemizin sebebi o olmasıyken, sonradan değiştirmek için götümüzü yırtıyoruz. şöyle olsun böyle dursun, onu giysin, bunu çıkarsın, sakalını kessin bıyığını bıraksın ve daha nice talep.
sonra da değiştiği için suçlamaya kalkıyoruz.
çok sevdiğimiz insanı, çok bunalttığımız için kaybediyoruz. Ama aslında bi ilişkiyi güzel kılan, sevgiliyle aradaki diyalog, arkadaşlık, aynı zamanda saygı. hep yanında olan birini özleyemezsin bi zaman sonra, ve özlemediğinin kıymetini bilemezsin.
bırakın iki insan da yaşasın kendi hayatlarını, siz bi ortak noktada birleşin, ve birlikteyken eğlencenin dibine vurun, bol kahkaha atın, bol sohbet edin, bol gözlerinizin içine bakın. belki o zaman kavga etmenin çok da gerekli bir şey olmadığını anlarsınız. var olan kavgalar yerinde olursa sevgiyi güçlendirir ancak, diğer türlü bi boka yaramaz.
egolarınıza yedirmeyin aşkınızı. gidin yaşayın, tekrar tekrar sevin, tekrar tekrar ayrılın, ama manyaklaşmayın, kimseye dünyayı dar etmeyin. ediyosanız da bilin, elbet gün gelecek, biri size o tekmeyi atacak, sonra gol olacaksınız ;)
şarkılı blog
İnsan iradesini ve sorgulama yeteneğini kaybediyor böyle zamanlarda, nedense bir teslimiyet hali çöküyor insana.
İki insanın birbirinden hoşlanmasıyla başlıyor her şey, ve galiba başlarda bu hoşlantıdan kaynaklı bir fazlaca zaman geçirme oluyor. Devamlı konuşma ve buluşma isteği, zamanını birlikte geçirme çabası doğuyor. ya da belki, o sırada iki insanda birbirine bağlamaya çalışıyordur kendilerini. sevildiğinden emin olma isteği yani.
Her neyse, ilişkimizin üçüncü kısmında, bağlama ve bağlanma işlemi başarıyla sonuçlandıktan sonra, bir benimseme hali alıyor insanı. 'o benim' düşüncesi yerle bir ediyor her şeyi. Hoşlandığımız, sevdiğimiz, hatta belki de aşık olduğumuz insan, küçük olaylarla başlıyor hayatımıza müdahale etmeye.
Mesela tatlı kıskançlıklar;
' seviyorum işte seni, ne var onunla görüşmesen, kıskanıyorum anlasana' gibi demeçlerin insanda
'ayy canım kıyamam, nolcak ya tamam görüşmeyeyim' gibi kabul etmelerle sonuçlanması gibi.
Sen arkadaşlarınla buluşacakken onun, 'onları sonrada görürsün, ben seni çok özledim' demesi sonucu arkadaşlarını ekmen gibi.
evet bunlar aslında o kadar da anormal olmayan şeyler, ancak bunun bir de sonrası var ki, o da şöyle;
iki insan birbiri üzerinde söz sahibi olmaya başladıkça, insanoğlunun yapısından kaynaklanan bir hükmetme isteği geliyor, söylediğini yaptırma, sözünü dinletme arzusu öyle güçlü geliyor ki, onun hoşuna gitmeyen insanla görüşmeyelim, kıskandığıyla konuşmayalım hatta düşman olalım, onsuz bir yere gitmeyelim, mümkünse eğlenmeyelim, hep o olsun isteyelim isteniyor.
Bu istekler bir zaman sonra tatlılıktan, kısıtlama haline dönüyor. Ve işte o an, diğer tarafta başlıyor kısıtlamalara. Madem ben yapamıyorum, öyleyse sende yapamazsına dönüyor, sende onla görüşme, sende buraya gitme, sen de onlarla takılma, sende ona bakma! vs...
Tabi ki ardından taht kavgaları başlıyor, kısıtlana kısıtlana yaşanacak bir hayat kalmıyor, insan boğuluyor ve boğulduğunu sudayken anlamıyor.
En son noktada kavgalar patlak veriyor, ardı arkası kesilmeyen, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen.
Ve en kötüsü, zamanında verdiğiniz tavizler, o son noktada başınıza kakılıyor.
ama önceden böyle değildi, eskiden yapıyodun, çok değiştin, artık beni sevmiyosun, başkası mı var ? vs...
Ve tabi ki, dayanılmaz bir hal alıp bitiyor. bu süreç 2 haftada olmuyor üstelik, yıllar geçiyor. Siz yıllarınızı sonunda doğru düzgün hatırlamadığınız kötü bir ilişkiye vermiş oluyorsunuz.
Oysa başta o insanı sevmemizin sebebi o olmasıyken, sonradan değiştirmek için götümüzü yırtıyoruz. şöyle olsun böyle dursun, onu giysin, bunu çıkarsın, sakalını kessin bıyığını bıraksın ve daha nice talep.
sonra da değiştiği için suçlamaya kalkıyoruz.
çok sevdiğimiz insanı, çok bunalttığımız için kaybediyoruz. Ama aslında bi ilişkiyi güzel kılan, sevgiliyle aradaki diyalog, arkadaşlık, aynı zamanda saygı. hep yanında olan birini özleyemezsin bi zaman sonra, ve özlemediğinin kıymetini bilemezsin.
bırakın iki insan da yaşasın kendi hayatlarını, siz bi ortak noktada birleşin, ve birlikteyken eğlencenin dibine vurun, bol kahkaha atın, bol sohbet edin, bol gözlerinizin içine bakın. belki o zaman kavga etmenin çok da gerekli bir şey olmadığını anlarsınız. var olan kavgalar yerinde olursa sevgiyi güçlendirir ancak, diğer türlü bi boka yaramaz.
egolarınıza yedirmeyin aşkınızı. gidin yaşayın, tekrar tekrar sevin, tekrar tekrar ayrılın, ama manyaklaşmayın, kimseye dünyayı dar etmeyin. ediyosanız da bilin, elbet gün gelecek, biri size o tekmeyi atacak, sonra gol olacaksınız ;)
şarkılı blog
23 Mayıs 2012 Çarşamba
ağlama değmez..
'Ayrılık da sevdaya dahil' diyor Atilla İlhan..
ayrılanların hala sevgili olduğunu ekliyor ardından.
peki bu ayrılanlara ne katıyor?
Ayrılanlar seviyorlar mı bakalım birbirlerini? hem madem sevecekler ayrıyken de, niçin ayrılıyorlar o zaman?
hayır ayrılanlar sevmiyor birbirini, sadece bir tarafın sevgisi sürüyor, diğeri hayatına devam ediyor.
O tek tarafın sevgisi de yaramıyor hiçbir şeye, kendine yazık ediyor seven, dışarıya güçlü bir imaj çizse de, bitti gitti daha da olmaz dese de, yalnız kaldığı anlarda bir hüzün çöküyor üstüne, hele başını yastığa koyduğunda mücadele etmek imkansız hale geliyor dillendirmek istemediği duygularıyla. Geceler düşman oluyor ayrılanlara, ayrılıp da hala o sevgiliyi özleyenlere.. Yanıyor canları 'o artık yok' cümlesini her kurduklarında.
Ama bu acı da geçiyor, ölüm acısının bile üstesinden gelirken insanlar, yaşayanlar için tutulan yas çok da uzun sürmüyor. O ayrılıp da hala sevgili kalmaya çalışana, bir gün bir şeyler dank ediyor. Görüyor karşısındaki yaşıyor hayatını, anlıyor artık umursanmadığını.. Biraz geç oluyor, biraz da güç oluyor ama sonunda anlıyor; dünya dönmeye devam ediyor..
İşin en kötü tarafı bir ayrılık halinde, o kişiyle geçirilen zamanda gidiyormuş gibi oluyor, yani insanın ömründen uçup giden aylar, yıllar olabiliyor. bir de ayrılık sonrasında o sürünerek geçirilen zamanı eklersek, ömürden giden bir hayli fazla oluyor.
Zaten bitmiş bir ilişki için, gidip hayatını yaşayan sevgili için, sen ayrıyken de sevgili olmuşsun olmamışsın ne yazar peki, bunu sorgulamak gerekli?
Saplantı haline getirmemeli gideni, aksine üstesinden gelmeli.
Nasıl mı?
Çıkıp dışarıya gezmeli, kitaplar okumalı, filmler izlemeli, bol bol arkadaşlarla zaman geçirmeli..
Güneşli günlerde geniş kahkahalar atmalı, sonra hayaller kurmalı, istediğin hayatı yaşadığın hayaller..
Güzel güzel giyinmeli, kendini en çok ayrılık sonrası zamanlarda beğenmeli, insanların beğenisinin insana iyi geldiği yıllardır biliniyor nasılsa.
Kafayı hep meşgul etmeli, gideni hiç düşünmemeli, ne zaman aklına gelse hop dağıtmalı bütün fikirleri.
Bir uğraş bulmalı, ne olursa olsun seni oyalayan, çünkü zaman en büyük düşman. Ne kadar çabuk geçerse o kadar iyi gelecek olan..
Bir yerlere gitmeli sonra, hayatın devam ettiğini hayatın içinde görmeli, biraz nefes almalı, uzaklaşmalı hep olduğun bulunduğun yerlerden.
Giden sevgiliyi görmemeli, bakmamalı onun ne yaptığına, takip etmemeli gizliden ve en önemlisi bahsi hiç geçmemeli arkadaşlarlayken.
Müzik dinlemeli hüzünlendiği an, ama melankoliye bağlamamalı, aksine dans etmeli yorulana kadar, çoşmalı. Saçma şarkıları ezberlemeli, saçma sanatçıları dinlemeli belki, ama hüznünü atmalı ne pahasına olursa olsun.
Geceleri yastığa koyduğunda başını, direnememeli uykuya yenik düşmeli.
Ertesi gün uyandığında ise umutla başmalı, yeni günün ona neler getireceğini bilmemenin heycanını taşımalı.
kimse vazgeçilmez değil, biliyorum bunlarda kolay değil, ama geçiyor hepsi, o hayatına girmeden önce nasıl yaşıyorduysan hayatından çıktıktan sonrada yaşıyorsun.
Unutmak istediğinde unutuyor, aşmak isteyince aşıyorsun.
tek bir şeyden emin olabilirsin, gün gelecek, giden sevgiliyi 'zamanında ne üzülmüştüm onun için' diyip, ardından 'gençlik işte, şimdiki aklım olsa..' cümlesiyle sürdüreceksin..
Kaç gününü, ayını, yılını feda edeceğine sen karar ver şimdi..
geçmişe bakıp durursan, önünü göremez devamlı takılır düşersin, ardına bakarak koşan çocuklar gibi.
sırf bu yüzden, insan, geleceğe bakarak ilerlemeli.
friends
23 Nisan 2012 Pazartesi
İyi ki 'siz' !
nice yıllar geçiyor insanın hayatından.
hiç biri bir önceki gibi olmuyor, çünkü insan hiç bir önceki yıl gibi kalmıyor. büyüyor, değişiyor, istekleri farklılaşıyor.
benim başımdan 22 doğum günü geçti.(21 de olabilir, o hesaba hala kafam basmıyor. ) Gerçi dün doğum günümmüş gibi değildi, bütün gün hasta yatakta yatarken, ve bir uyur bir uyanık gezerken, her zaman olduğu gibi bir yeşilçam tribine bağladım.
'' bu gördüğüm son doğum günü! ''
filmini çektim kendi kafamdan, gripten ölmem hoş olmadı aslında ama Fatma Girik de bir filminde Hıçkırık tan ölüyordu, onu düşünüp aldırmadım o detaya. Vasiyetimi yazdım sonra, tam o kısma gelmişken, arkadaşlarımı, hayatımdaki insanları düşündüm birer birer.
Ben bütün insanları benim arkadaşlarım gibi sanardım, değillermiş, çok farklı hayatlarda çok farklı kafalar yaşayan insanlar varmış, gördüm.
O insanlarında bir hikayeleri olurmuş, ve suçlamamak gerekirmiş onları oldukları insan yüzünden, ön yargıları atmayı başarabilmek en büyük başarıymış, öğrendim.
Eğer kendini biliyorsan, tanıyorsan kim olduğunu, o insanlarla yapamayacağını, kendi arkadaşlarının kıymetini fazlaca anlayacağını, ve aslında sadece bunun için mutlu olunabileceğini bildim.
Sanırım bu yıl ki büyümem bunu kapsıyor. Bu bir yılıma şimdiye kadar hiç olmadığı kadar çok şey sığdırdım.
Daha da sığdırırım umarım diyorum, çünkü hayat en güzel dolu dolu yaşanıyor, kastım çıkıp sokaklara tozutmak değil, herkesin doluluğu farklı neticede. Ama gençlik de gidiyor elden bir yerden sonra, o yüzden kıymeti bilinmeli bazı zamanların.
Her neyse..
Kendi arkadaşlarıma baktım birer birer, hepsiyle arkadaş kavramını aştığımı gördüm.
Mesela bir tanesi için eminim buna nasıl katlanıyorlar diye soruyordur insanlar içlerinden, trip desen var, can yakan el şakaları desen var, insan içinde normal bir şekilde dururken kendini birden itin götünde bulmalarda var.. Ama bundan ibaret değil kendisi, gece saat kaç olursa olsun, acil gel dediğinde gelir, adam gibi adamdır, her şeyini anlatırsın, sırf senin arkadaşın diye pohpohlamaz seni, fikri neyse onu söyler, hasta olursun sana bir şişe greyfurt portakal sıkar getirir. Her şeyden konuşursun, o da kasmaz rahat olur, senin hakkında biri bir şey diyecek olsa, o dibine kadar savunur seni, bilirsin.
Bir tanesi kış dönemlerinde mülayime bağlar, yaz dönemlerinde ukala olur çıkar başına. Küstah der insanlar, hatta sırf çok yakın arkadaşın diye sana da laf atarlar. Bilmişliği de vardır, insanı da ezer, hatta kendi sevgilisini bile madara eder.
Ama bir o kadar da saftır, olağan şeyleri anlatırsın gözlerini açar sonuna kadar şaşkınlığından. Bir şeyi izah ettiğinde anlar, diretmez, yormaz seni. Hadi şunu yapalım dediğinde gelir, naza çekmez kendini. Bilirim o da verir her şeyini, sevdiğini için. sevgilisini madara eder belki ama, en kıymetli varlığıdır o onun, o yüzden seni ezse de aldırmazsın, sevgisini bildiğinden. İçkiye dayanamaz hiç, hemen gider 2.birasında, ama çok zevklidir onun o sarhoş halleri. Dışardan bakınca o kale gibi gözüken hatun iki birada nasıl devriliyor bilmez kimseler. İçmez çünkü güvenmediği insanın yanında, o derece sağlamdır karakteri.
Bir tanesinin ismi soyismi ile kalmış akıllarda, kartvizit gibi gezen bir tip, baksan dışardan, soğuk bulursun, ağır gelir, o da esirgemez lafını, koyar gediğine çıkar gider. Atarını da yapar hiç çekinmez.
Ama bir araya geldik mi kimse çözemez bizi, öyle bir kahkaha hali alır ki ikimizi, saçmalamanın ötesine geçeriz, nerde olduğumuza bakmadan basarız kahkahayı sokaklar boyu. Sadece ikimizin bildiği bir dil çıkar ortaya. bana sister der, bilirim lafta değildir sözü, üzülürsem ya da kanarsa dizlerim düştüğümden, hemen gelir elini uzatır. Çok nasihat vermez, söylenmesi gerektiği kadar konuşur, eğer değmiyorsa salla der, keyiflendirmeye çalışır. Bana biri bişey yapacak olursa, sisterım ya, vay onun haline, demediğini bırakmaz bir başlar saydırmaya, kurtulabilene aşk olsun. Öyle de sahip çıkar.
Bir tanesi var, ankaralı mı, eskişehirli mi, izmirli mi bilinmez. Her tanıştığı insana ayrı bir şehir söyler. Atar yapar o da, bağırır üstelik. Çok sinirlenirse karşısındakine 'ağzına sıçar!' , kalıplaşmış lafları vardır. Neyin hoşuna gittiğini o engelleyemediği gülümsemesinden anlarsın. İnsanlara sorsan ona da küstah derler, kendini beğenmiş, insanları ezen.
Ama tanıştığın an yıkılır o yargıların, neden öyle düşündüğünü sen bile anlamazsın. Eskişehire geldiğim günden beri hayatımda, ve gözümü kapayana kadar da hayatımda olsun isterim onun için. çünkü bilirim ne düşündüğünü, neye üzüldüğünü, neden sevindiğini. Çünkü her şeyi anlatırım ama anlatmaz kimseye bilirim, çünkü bir güzellik görünce isterim ki o da görsün. çünkü arkadaş dost diyemem ben ona, olsa olsa kardeş derim. Bazen çok canım yanar, uyuyamam evimde, gider onun yanına yatarım, varlığı güç verir bana. Onunla geçirdiğim zaman özeldir, ayrı bir keyif alırım. Bazen oturur saatlerce dergi karıştırırız konuşmadan, ama en büyük keyiflerimizden biridir. Aynı şeyi düşünürüz çoğu zaman, aynı şeyi söyleriz zaman zaman. Görenler ikiz sanınca bizi, ikimizde seviniriz, çünkü ikimizde birbirimizi beğeniriz. Paylaştığımız onlarca şeye, tonlarcası eklenecek biliriz.
Daha niceleri var hayatımda, yanlarında büyük keyif aldığım, zaman geçirmekten deli gibi hoşlandığım, sevdiğim, daha niceleri var yeni tanıştığımız, ama hayatımda yer edecekleri belli olan, daha niceleri var henüz tanışmadığım, ama tanışınca çok sevip ömrümün sonuna kadar saklayacağım. Hayatımda olan öyle güzel insanlar var ki, saymakla bitiremem, tanıdığım için onları çok şanslıyım ben. Her birinin parmak izi gizli bende, hayatıma dokundu hepsi az da olsa bir yerde. Ve şu anki ben olmamda katkıları çok hepsinin, hiçbiri bunu bilmese de.
Bu yüzden, şunu söyleyebilirim ancak;
iyi ki siz varsınız, iyi ki dünya üzerindeki onlarca insandan, sizi tanıdım ben.
iyi ki beni ben yaptınız.
Teşekkürler..
Not: Filmin sonuna gelince, bütün bunları düşündükten sonra, içinde bulunduğum ölüm döşeğinden, ve amansız gripten bir şekilde kurtulmaya ve yaşamaya karar verdim. Sevdiğim çok insan varmış ve onların sevgileri beni ayakta tutmuş şeklinde bir 'SON' a bağladım .
lenka- trouble is a friend
hiç biri bir önceki gibi olmuyor, çünkü insan hiç bir önceki yıl gibi kalmıyor. büyüyor, değişiyor, istekleri farklılaşıyor.
benim başımdan 22 doğum günü geçti.(21 de olabilir, o hesaba hala kafam basmıyor. ) Gerçi dün doğum günümmüş gibi değildi, bütün gün hasta yatakta yatarken, ve bir uyur bir uyanık gezerken, her zaman olduğu gibi bir yeşilçam tribine bağladım.
'' bu gördüğüm son doğum günü! ''
filmini çektim kendi kafamdan, gripten ölmem hoş olmadı aslında ama Fatma Girik de bir filminde Hıçkırık tan ölüyordu, onu düşünüp aldırmadım o detaya. Vasiyetimi yazdım sonra, tam o kısma gelmişken, arkadaşlarımı, hayatımdaki insanları düşündüm birer birer.
Ben bütün insanları benim arkadaşlarım gibi sanardım, değillermiş, çok farklı hayatlarda çok farklı kafalar yaşayan insanlar varmış, gördüm.
O insanlarında bir hikayeleri olurmuş, ve suçlamamak gerekirmiş onları oldukları insan yüzünden, ön yargıları atmayı başarabilmek en büyük başarıymış, öğrendim.
Eğer kendini biliyorsan, tanıyorsan kim olduğunu, o insanlarla yapamayacağını, kendi arkadaşlarının kıymetini fazlaca anlayacağını, ve aslında sadece bunun için mutlu olunabileceğini bildim.
Sanırım bu yıl ki büyümem bunu kapsıyor. Bu bir yılıma şimdiye kadar hiç olmadığı kadar çok şey sığdırdım.
Daha da sığdırırım umarım diyorum, çünkü hayat en güzel dolu dolu yaşanıyor, kastım çıkıp sokaklara tozutmak değil, herkesin doluluğu farklı neticede. Ama gençlik de gidiyor elden bir yerden sonra, o yüzden kıymeti bilinmeli bazı zamanların.
Her neyse..
Kendi arkadaşlarıma baktım birer birer, hepsiyle arkadaş kavramını aştığımı gördüm.
Mesela bir tanesi için eminim buna nasıl katlanıyorlar diye soruyordur insanlar içlerinden, trip desen var, can yakan el şakaları desen var, insan içinde normal bir şekilde dururken kendini birden itin götünde bulmalarda var.. Ama bundan ibaret değil kendisi, gece saat kaç olursa olsun, acil gel dediğinde gelir, adam gibi adamdır, her şeyini anlatırsın, sırf senin arkadaşın diye pohpohlamaz seni, fikri neyse onu söyler, hasta olursun sana bir şişe greyfurt portakal sıkar getirir. Her şeyden konuşursun, o da kasmaz rahat olur, senin hakkında biri bir şey diyecek olsa, o dibine kadar savunur seni, bilirsin.
Bir tanesi kış dönemlerinde mülayime bağlar, yaz dönemlerinde ukala olur çıkar başına. Küstah der insanlar, hatta sırf çok yakın arkadaşın diye sana da laf atarlar. Bilmişliği de vardır, insanı da ezer, hatta kendi sevgilisini bile madara eder.
Ama bir o kadar da saftır, olağan şeyleri anlatırsın gözlerini açar sonuna kadar şaşkınlığından. Bir şeyi izah ettiğinde anlar, diretmez, yormaz seni. Hadi şunu yapalım dediğinde gelir, naza çekmez kendini. Bilirim o da verir her şeyini, sevdiğini için. sevgilisini madara eder belki ama, en kıymetli varlığıdır o onun, o yüzden seni ezse de aldırmazsın, sevgisini bildiğinden. İçkiye dayanamaz hiç, hemen gider 2.birasında, ama çok zevklidir onun o sarhoş halleri. Dışardan bakınca o kale gibi gözüken hatun iki birada nasıl devriliyor bilmez kimseler. İçmez çünkü güvenmediği insanın yanında, o derece sağlamdır karakteri.
Bir tanesinin ismi soyismi ile kalmış akıllarda, kartvizit gibi gezen bir tip, baksan dışardan, soğuk bulursun, ağır gelir, o da esirgemez lafını, koyar gediğine çıkar gider. Atarını da yapar hiç çekinmez.
Ama bir araya geldik mi kimse çözemez bizi, öyle bir kahkaha hali alır ki ikimizi, saçmalamanın ötesine geçeriz, nerde olduğumuza bakmadan basarız kahkahayı sokaklar boyu. Sadece ikimizin bildiği bir dil çıkar ortaya. bana sister der, bilirim lafta değildir sözü, üzülürsem ya da kanarsa dizlerim düştüğümden, hemen gelir elini uzatır. Çok nasihat vermez, söylenmesi gerektiği kadar konuşur, eğer değmiyorsa salla der, keyiflendirmeye çalışır. Bana biri bişey yapacak olursa, sisterım ya, vay onun haline, demediğini bırakmaz bir başlar saydırmaya, kurtulabilene aşk olsun. Öyle de sahip çıkar.
Bir tanesi var, ankaralı mı, eskişehirli mi, izmirli mi bilinmez. Her tanıştığı insana ayrı bir şehir söyler. Atar yapar o da, bağırır üstelik. Çok sinirlenirse karşısındakine 'ağzına sıçar!' , kalıplaşmış lafları vardır. Neyin hoşuna gittiğini o engelleyemediği gülümsemesinden anlarsın. İnsanlara sorsan ona da küstah derler, kendini beğenmiş, insanları ezen.
Ama tanıştığın an yıkılır o yargıların, neden öyle düşündüğünü sen bile anlamazsın. Eskişehire geldiğim günden beri hayatımda, ve gözümü kapayana kadar da hayatımda olsun isterim onun için. çünkü bilirim ne düşündüğünü, neye üzüldüğünü, neden sevindiğini. Çünkü her şeyi anlatırım ama anlatmaz kimseye bilirim, çünkü bir güzellik görünce isterim ki o da görsün. çünkü arkadaş dost diyemem ben ona, olsa olsa kardeş derim. Bazen çok canım yanar, uyuyamam evimde, gider onun yanına yatarım, varlığı güç verir bana. Onunla geçirdiğim zaman özeldir, ayrı bir keyif alırım. Bazen oturur saatlerce dergi karıştırırız konuşmadan, ama en büyük keyiflerimizden biridir. Aynı şeyi düşünürüz çoğu zaman, aynı şeyi söyleriz zaman zaman. Görenler ikiz sanınca bizi, ikimizde seviniriz, çünkü ikimizde birbirimizi beğeniriz. Paylaştığımız onlarca şeye, tonlarcası eklenecek biliriz.
Daha niceleri var hayatımda, yanlarında büyük keyif aldığım, zaman geçirmekten deli gibi hoşlandığım, sevdiğim, daha niceleri var yeni tanıştığımız, ama hayatımda yer edecekleri belli olan, daha niceleri var henüz tanışmadığım, ama tanışınca çok sevip ömrümün sonuna kadar saklayacağım. Hayatımda olan öyle güzel insanlar var ki, saymakla bitiremem, tanıdığım için onları çok şanslıyım ben. Her birinin parmak izi gizli bende, hayatıma dokundu hepsi az da olsa bir yerde. Ve şu anki ben olmamda katkıları çok hepsinin, hiçbiri bunu bilmese de.
Bu yüzden, şunu söyleyebilirim ancak;
iyi ki siz varsınız, iyi ki dünya üzerindeki onlarca insandan, sizi tanıdım ben.
iyi ki beni ben yaptınız.
Teşekkürler..
Not: Filmin sonuna gelince, bütün bunları düşündükten sonra, içinde bulunduğum ölüm döşeğinden, ve amansız gripten bir şekilde kurtulmaya ve yaşamaya karar verdim. Sevdiğim çok insan varmış ve onların sevgileri beni ayakta tutmuş şeklinde bir 'SON' a bağladım .
lenka- trouble is a friend
3 Şubat 2012 Cuma
amin!
çocukluğumdan kalma bir anı var aklımda..
yatmışız yatağa, yanımda ananem, sıra gelmiş duaya..
açıyorum ellerimi havaya, tek tek sayıyorum bütün sevdiklerimin isimlerini, eğer unutursam herhangi birini, baştan başlıyorum saymaya..
isimler bitiyor, ve ekliyorum en içten isteğimi;
''Allah' ım ne olursun, onlara bir şey olmasına izin verme, hastalıklarını iyileştir, huzur ver, rahat bir hayat ver, paraları da olsun. Eğer herhangi birine bir zarar gelecekse, onlara gelmesin, bana gelsin. Ben ne gerekirse yaparım, sadece onlara dokunma.. Sevdiklerimi bana bugünde bağışladığın için teşekkür ederim.. ''
...
Çocukken çok korkardım ölümden, kendiminkinden değil, sevdikleriminkinden..
Bende kendimce bir çözüm üretmiştim, Allah' la pazarlık ederdim her gece, onları ne kadar sevdiğimi görürse kıyamaz belki onlara diye, ve de olur da onlara bir şey yapacak olursa, ben onların yerine geçmeye hazırım, bilsin diye..
Sanırım büyüdükçe işler değişiyor.. Ya da insan küçüklüğünde tatmadığı bir duyguyu tattığı zaman..
Değişiyor dualarda, aşık olduğunuzda..
Onun sizden alınmasını istemiyorsunuz, ve hayır, onun yerine sizi almasını da istemiyorsunuz..
Onunla bir 'hayat' istiyorsunuz yalnızca, birlikte geçireceğiniz onca zorluğu ve de onca güzel anıyı istiyorsunuz..
Onunla yeni yerler görmek, yeni ülkeler keşfetmek, yeni heyecanlar yaşamak, yeri geldiğinde deli gibi kavga etmek ama kavganın sizi götürebileceği 'bitiş' çizgisinden de deli gibi korkmak, ona baktığınızda içinizin titremesini ve sonunda canınız acısa dahi, o bu acıya değer diyebileceğiniz o insanı istiyorsunuz..
Emin olduğunuz tek şey, bu yaşadığınız hayat oluyor, ve de zaman zaman öyle güzel anılarınız oluyor ki, cennette hissediyorsunuz kendinizi..
Bir resim çiziyorsunuz kafanızda, içine en çok sevgi koyuyorsunuz, birlikte geçirilen güzel geceler ve de birlikte uyanılan mutlu sabahlar ekliyorsunuz, bi ton fotoğraf koyuyorsunuz hep çok mutlu olduğunuz, romantik akşamlar ve güzel süprizler, zorlu günlerin ardından yapılan kutlamalar, sarhoş olduğunuzda ve sokaklarda deli gibi bağırdığınızda, sizi susturmayan aksine kaçarken sizinle koşan, koşarken de elinizi tutan resimler..
çocuklar oluyor sonra, ufacık dünya tatlısı çocuklar, sevgiyle büyütülmüş, ve de sevmeyi bilen çocuklar, resminizi şenlendiriyorsunuz.
Bir koca değil, bir 'hayat arkadaşı' resmediyorsunuz..
Öyle ki, yaş yetmişlere dayandığında bile sizin yanınızdan ayrılmayacak, sizinle gülüp eğlenmeye, gezmeye devam edecek, öyle ki, önce sizin ölmenizden korkacak, siz olmadıktan sonra yaşamayı isteyemeyecek kadar sizi sevecek..
İşte bir gün geliyor, ve duanız bu resmin gerçek olması oluyor. Onunla mutlu bir hayat.. sonrası mühim değil..
bana resimler çizdiren o adam için ettiğim dualar gibi aynı..
bir sene değil, iki sene değil, yüzyıllar geçirsem onunla yine de sıkılmayacağım gibi..
sevmenin güzel bir şey olduğunu bana öğreten o adam gibi..
sizi ressam yapacak bir aşk gibi..
2 Şubat 2012 Perşembe
Siz, hangisisiniz?
Çok aşıktık biz.. uğruna dünyaları feda edebilecek kadar seviyorduk onu, ve de sevgi kırıntısı bile doyuruyordu karnımızı..
Çok aptaldık biz.. uğruna kendimizden vazgeçebilecek kadar aptaldık, her hatasını affedebilecek kadar aptal..
Çok yalancıydık biz.. her hatasını affedebilmek için, kendimize türlü yalanlar uydurabilecek kadar yalancıydık.. ve kendimize uydurduğumuz yalanlara sorgusuz inanabilecek kadar zavallı..
Neydi bizi bu noktaya getiren?
Çoğumuzun başından geçmiştir, sevgimizi hiç haketmeyen birini sevmek.. Aşırı değer verip, karşılığında yalnızca biraz ilgi istemek.. Tuhaftır ki, çoğumuza sorsalar 'onda ne buluyosun ki' diye, ilgilenmeyişi, üstüme düşmeyişi cevabını veririz.. Bizi en çok acıtan şey, bizi ona bağlayan şeydir..
Canımız o kadar yanar ki, ve biz affetmeye o kadar alışırız ki, bir zaman sonra normal karşılarız aslında karşı durulması gereken şeyleri. 'adam'dan bile sayılmayız onun için, bir araya gelindiğinde iki kelime birleşmez bile, derin bir sessizliktir tek kelime. Görüşmemeye o kadar alışırız ki, çevremizde sevgilileriyle buluşan insanlar için 'acaba sıkılmıyorlar mı birbirlerinden' sorusu uyanır hemen.. En önemli günlerimiz onun için bir anlam ifade etmez, ve deriz ki 'o böyle şeylere önem vermediği için yapmıyor'. Oysa bencilce yaşanmaz sevgiler, uğruna önemsenir umurunda olunmayan günler.. Onun kıskançlıkları yerinde olur her defasında, fakat bizimkiler saçmalıktan ibarettir aslında.. Aldatılsak bile affederiz, gururumuzu hiçe sayarız, onun bir kaç ay süren ezikliği yeter aşkımızın her şeye üstün gelmesine.. Ama sonra her şey tekrar eskiye döner, o zaman deriz ki, keşke o zaman bıraksaydım.. böyle yıllar geçer gider, sonunda baktığınızda kendinizi 'uzun' bir ilişkinin içinde bulursunuz.
Ama peygamber değilsiniz sonuçta, sizinde bir 'yeter' noktanız vardır..
oraya geldiğinizde ise, size sadece acı veren, hatırlanacak tek bir mutlu an bırakmayan o insana, tekmeyi basarsınız.. evet hemde öyle bir tekme ki, burdan fizana(çoook uzaklara yani) yol olur..
onu gördüğünüzde hiçbir şey hissetmezsiniz bile, yıllarınızı geçirdiğiniz insan bir yabancıdır artık. ne nefret, ne hasret, ne aşk, ne de bir acıma.. öylece bakarsınız..
bir aşkı, bir sevgiyi öldürebilir insanlar. Evet, bir gün çok sevilirken, asla bırakılmayacağınızı düşünürken, bir de bakmışsınız yolda kalmışsınız..
sonra ne mi olur?
yolda kalan, koşmaya başlar gidenin ardından..
çünkü bilir, onun gibi birini bir daha kimse böyle sevmeyecektir...
iyi yolculuklar ;)
for you
4 Ocak 2012 Çarşamba
çık sevgilinin cebinden!
bir resme yakından bakmak gibi bir ilişkiyi yaşamak, uzaklaşmadıkça asla bütününü göremezsin..
insan denilen makine öylesine tuhaf ki, sevince, içince, kederlenince, neşelenince, üzülünce, ve daha pek çok kez kere, birden değişime uğrayabiliyor.
ama insanı en çok kalp değiştiriyor. insan dediğin seviyor, aşkın gözü kör olmuyor ama aşk insanı aptallaştırıyor. Ya da insan bağlandıkça karşısındakine, kendine olan güvenini kaybediyor ve de kendisini aptallaştırıyor. Kimbilir..
Şu bir gerçek ki, bu bir oyun, iyi olan kaybediyor, çok sevip kendinden çok fazla ödün veren taraf kendini hemen belli ediyor, ve birilerinin 'cebine' giriyor..
birileri bunu kendi çıkarına kullanıyor, gidip hayatını yaşıyor, hiçbir şeyi içinde bırakmıyor gençliğinin tadına varıyor, arkadaşlarıyla eğleniyor, gezeceği zaman geziyor, belki başkalarıyla yatıp kalkıyor, dilediğince yalan söyleyip, hiç umursamadan flört ediyor.. Cebindeki insanı ise geleceğe saklıyor.
Ve de cebe giren sevgili, ötekinin kusurlarını örtüyor, 'birilerinin' açıklamaya gerek dahi duymadığı şeyleri o kendi kendine açıklıyor, en haklı olduğu anda bile kendini haksız çıkarıyor, kızması gereken en önemli anda susmayı yeğliyor, sevgilisine herhangi bir laf edecek olduğunda ise 'saçmalama' cevabıyla karşılaşıyor, hep o emek harcıyor, hep o aşıyor kalp kırıklıklarını. 'birileri' biliyor sevgilisini kırıp incittiğini, ama onunki nasıl bir sevgiyse gönül almaya çalışmıyor, özür dilemeye yanaşmıyor. Çünkü biliyor, eğer ki aksini yaparsa dünyanın dengesi değişmez ama ilişkilerinin dengesi yerinden oynar. Cepte olana oluyor olan, o ağlıyor tek başına gece olduğunda, o kuruyor ikisinin hayallerini yalnızca..
Sonunda ne mi oluyor?
bir gün, cepte olanın canına tak ediyor, içindeki mutsuzluk onu öyle boğuyor ki, en sonunda o ilişkide ölüyor ve yeniden doğuyor. Bir zamanlar aşkından öldüğü insana şimdi bir yabancı gibi bakıyor. o 'birileri' birisinin aşkını bitiriyor, koskoca bir sevgiyi, kendi bencilliği uğruna harcıyor.
sonradan pişman olur mu bilinmez, öyle sevenini bulabilir mi o da bilinmez.. bu hikayede önemli olan o değil zaten. cepte olan yeniden gelince dünyaya, görüyor gerçekten sevilmek ne demek. karşısına 'birilerinden' çok daha iyileri çıkıyor çünkü.
sevdiğiniz insanla birlikteyken mutsuzsanız eğer, inanın bunun daha da kötüsü yok. sevdiğiniz insan yanınızda değilken en azından o yok diye mutsuz olursunuz, o 'var' diye değil.. eğer kıymetiniz bilinmiyorsa, basın tekmeyi gitsin. harcadığınız zamanın, o insana değmediğini bir gün nasılsa anlayacaksınız, bari bunu çok geç olmadan yapın.
ve unutmayın bu oyunda 'basit' olduğunuz an yenilirsiniz, o yüzden hep zor olun. o yüzden hep elde edilemeyen olun, o yüzden hep bir gün bırakabilecek olan olun, hayatınızı ve kendinizi her şeyin önüne koyun,.
kolay olansanız eğer biraz zorlaştırın kendinizi, resme biraz uzaktan bakın, tablonun bütününü görünce belki farkına varırsınız gerçekliğin, kaç zamandır yalnızca kendinizi kandırdığınızın..
iyi oyunlar...
every time
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)