Hiç duyularımızı yavaş yavaş kaybetseydik hayat neye benzerdi diye düşündünüz mü?
Önce koklamayı yitirseydik, yağmur öncesi toprak kokusunu alamasaydık bir daha, ya da bahar geldiğinde açan çiçeklerin kokusu, ya sevdiklerimizin boyunlarındaki parfüm kokusu, ya tenlerinin kokusu, sevdiğimiz yemeklerin kokusunu yitirseydik, hepsi ama hepsi gitseydi.. Kokular beynin hafıza bölümüne çok yakın olduğu için anılarımız da yiterdi yavaşça. Bir kolonya kokusu beni ilkokul sıralarına götürmezdi, annemin kokusu çocukluğuma döndürmezdi, tanımadığım bir adamın burnuma çalınan kokusu büyük aşkımı anımsamama neden olmazdı. Sonuncusu belki iyi olabilirdi gerçi ama yine de ben çok sevdiğim koklamak duyusundan vazgeçemezdim. Sevdiklerimi koklayarak öptüğümdendir belki, belki de bilinçdışı başka sebeplerden kim bilir..
Peki ya sonra tat alma duyumuz yokluğa karışsaydı? Yediğimiz yemeklerin hepsi aynı olsaydı, sanırım hayatta kalmak için yemek yerdik tat alamasaydık. Bir düşünsenize içtiğimiz kaliteli şarapların bir önemi yok artık, ne içsek aynı çünkü ya da et, sebze, baklagil tüketmenin manası yok, -vücut sağlığını gözardı edersek tabii- hepsi aynı lezzette, kuru ekmek de yesek aynı. Bu mantıkta biriyle tanışmıştım seneler önce, bu mantığa da karşı çıkmıştım "ne demek hayatta kalmak için yiyorum! " diyerekten, kendisi hala aynı görüşte olduğundan sabah ve öğlenlerini iki dilim ekmek arasına koyduğu peyniri mikrodalga fırında ısıtıp yiyerek devam etmekte. Bense hala karın doyurmaktan daha önemli olanın lezzet ve sunum olduğuna inanmaktayım. Zira tat duyumu kaybetseydim, yine de restoranlarda yemek yemekten vazgeçmezdim. Yemek işi sanattır, ve bazı yemekler şiirseldir bayım, siz ister inanın ister inanmayın :) Kötü yanı herhalde anılardan vazgeçmek olurdu yine çünkü tat alma duyumuz da hafızaya çok yakın, bu yüzden yediğimiz şeyler bazen bize zamanda yolculuk yaptırabiliyor. Mesela ben çilek-karamel ve çikolata üçlüsünden oluşan dondurma yediğimde Aydının yaza çalan bahar günlerine giderim.
Ardından işitme duyumuzu yitirseydik, kocaman bir hiçlik. Artık müzik yok, Nietzsche sağır olsaydı acaba yine de savunur muydu 'müziksiz bir hayatın hata' olduğunu? Ane Brun yok, Ella Fitzgerald yok, Frank Sinatra yok, Sting yok, Chava yok, Mazhar, Ortaçgil, Birsen Tezer, Zeki Müren, Müzeyyen abla ve aman Allahım Sezen yok! Sonuncusu beni diri diri mezara koymak gibi bir şey. Bunun yanında insanların sesleri yok, düşünsenize kadife sesli bir adam tanımışsınız ama sesinden haberiniz yok. Tonlamalar gitmiş, mimiklere gerek duyulmaz olmuş, elde olmadan kalın çıkan ya da incelen sesler yok. Haluk Bilginer' in o bilgelik kokan ses tonu artık yok. Bütün hayatınız bir düzyazıya dönmüş.
Takdir edersiniz, sıra geldi görme duyusuna. Ya sonsuz bir karanlığa bürünseydik, üstelik koku alamıyor, tat alamıyor ve duyamıyorken. Artık mevsimler yok, güneş ay yıldızlar, hiç bir tabiat olayı yok artık. evlerin şekilleri, dekorlar önemli değil. Irkçılık da yok, çünkü ten rengi yok, izlenecek filmler yok. Arabaların görünüşlerinin hiç bir değeri yok, ve kıyafetlerimizin. Ne giydiğimizin önemi yok, sonuçta hep birlikte kör olduk değil mi? Ben sanırım en çok yıldızların alınmasına kızardım, acaba onların görüntüsünü ölünceye dek zihnimde saklayabilir miydim? Ömür boyu aşkını unutmayan insan var, sanırım ben de yıldızlarımı hatırlayabilirdim.
Ve son olarak, dokunma duyumuzu yitirseydik. İşte şimdi yaşamı komple elimizden almış olurlardı. Çünkü dokunduğumuzu hissedemediğimizi düşünsenize, gözyaşımızı hissetmiyoruz, kitabı, çiçeği, insanı en önemlisi sevgi ve aşkı hissetmiyoruz. Ömür boyu uyuşmuş el-kol düşünün, yürüdüğünüz yolu hissetmediğinizi, baygınlık öncesi olduğu gibi. Dünya bomboş ve karanlık. Artık yaşamın değeri yok, çünkü bütün duyularımız öldü, biz bile varlığımızı birbirimize kanıtlayamayacak haldeyiz.
Bu duyuların kaçına sahip olmasaydınız yaşayabilirdiniz ? Ya da sorsalardı hangilerini feda edebilirdiniz ?
Zor soru değil mi, bence de öyle. .
İyisi mi, sahip olduklarınızın kıymetini biliniz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
bir diyeceğim var!