22 Nisan 2016 Cuma

Hoşgeldin 25!


"Ey, benim iyimser hallerim,
Çabuk aldanışlarım,
Hep inanışlarım,
Alttan alışlarım,
Hatayı hep kendimde buluşlarım,
Değmeyecekleri kafama takışlarım,
Yoktan yere, akıp giden gözyaşlarım,
Herkesi, insan yerine koyuşlarım.."

Bir takvim yılını doldurunca yaş almamalı insan, hiç adil değil. Çünkü yaşa bağlı değil yaşayışa bağlı büyüyoruz. Sorsan 35 hissediyorum, baksan 15(!) gösteriyorum. Nerede kaldı şimdi 25 :)

Hayat dediğimiz tecrübelerin toplamından oluşurmuş, ben de en çok buna değer veriyorum. Ne istediğini en iyi ihtimalle bulabilmek için hep istemediklerini görmek gerekiyor. Doğrusunu isterseniz ben gayet güzel bir hayat yaşadım, her anından keyif aldım o yüzden gözlerimi şimdi kapayacak olsam; -durun birkaç işim daha vardı demem, ama tabi yaşadığım sürece de yapacak bir şeylerim hep var olacak, ben yaratacağım biliyorum. Hepinizin her yaşının bir öncekinden unutulmaz olmasını en içten dileklerimle diliyorum, samimiyim. 

Zira 24 benim için muazzam geçti, 25 in altta kalmaması için çok şey yapmam lazım. Tabi ağız yakan çıkarımlarımda olmadı değil 24' te. Zaten ben hiç düz çizgide giden hayat sevmedim, biraz iniş çıkış herkese lazım. 
Ama bu inişlerden elde ettiklerimizi düzlüğe çıktığımızda unutmamak lazım. Size anlatayım 24' ün neler öğrettiğini, belki lazım olur: 

Ben sevgimi gösterdiğimde fazlasını aldığımı gördüm, insanların sevildikçe kendilerini ve başkalarını sevmeyi öğrendiğini, ve bazı insanlarında- ki onlar bazen insanlar- sevginizi suistimal edebileceğini. 
Hayatta yanlışın sadece yanlış doğurduğunu anlattı bir arkadaşım, anladım ki yanlış bulduğun ne varsa kesip atmak gerek hayattan çünkü doğru olması için uğraştıkça kendiniz ve zamanınızdan yiyorsunuz sadece. 
Büyük sevgilerinde bitebileceğini, hayatın devam ettiğini yüzünüze çarpan rüzgar başınıza geçen güneş gibi benzer bir tabiat olayı ile anlayabileceğiniz gibi sokakta top koşturan çocukların yüzünüzde oluşturduğu tebessüm ile de anlayabileceğinizi gördüm. 
Unutmak için bazen içmenin, geceleri yatakta dönüp durmaktan daha iyi olduğunu anladım. 
Yol gitmenin beni iyileştirdiğini ve müziğin kulakta değil ruhumuzda olması gerektiğini anladım. 
İçimdeki gezgini keşfedip onu beslemenin bana çok güzel hikayeler bıraktığını ve hep bırakacağını anladım. 
"Olmuyorsa zorlama", " Boşver" dedikçe aslında bir şeyleri bırakmadığımı aksine kalan şeylere daha fazla tutunduğumu gördüm. 
Güzel insanlar biriktirmek hep önemliydi, ama dönüp ardıma bakınca o insanların, gerçekten güzel olduğunu gördüm. 
Gidenlere takılmamayı, gelenleri hoş karşılamayı, sevgiyi temel almayı, ama en temele yani merkeze her zaman kendini koymayı öğrendim. 

Ben kendini şanslı sayanlardanım, çünkü benim bana sevgisini sonuna kadar veren, hissettiren bir ailem var, elbette onlarla da arada yağmurlu günler yaşıyoruz ama genelde güneşli gidiyor. Çünkü aile demek biri yağmura tutulmuşken ona güneş açtırabiliyorsan değerli. Ailem dediğim insanların içinde kan bağım olmayanlarda var. 

Uzun lafın kısası şu; 

Ey benim çok sevdiklerim
Kıymet verdiklerim 
Beni ağlarken güldüren
Gülerken ağlatanlarım! 
Hepiniz iyi ki varsınız, 
İyi ki hayatımdasınız. 
Bana iyi ki yaşıyorum dedirten
Sizlersiniz. 
Teşekkür ederim! ! 

Hadi bakalım 25 gel şimdi, ne senden korkuyorum, ne de hayattan! Aksine meydan okuyorum yaşayacağım her olumsuzluğu olumluya çevirebileceğime dair, çünkü benim arkam sağlam ! 

İyi ki doğdun Diloş, seni seviyorum :) 


14 Nisan 2016 Perşembe

BOŞVER BE!!

Dünyalar tatlısı bir anneanneye sahibim, eskilerin yarı dominantı şimdilerde bir komedyen edası ile geziniyor etrafta. Bakmayın doğuştan yeteneği varmış bu konuda aslında, hani şu 'sense of humor' dediklerinden. Bütün aile o genetikten az çok nasibini aldı. Her neyse, asıl anlatmak istediğim konu başka, anneannemin insanlığa en büyük nasihatı olan ünlü lafı;

Boşver be, boşvermeden hayat mı geçer!

Bilmiyorum o ömrü boyunca ne kadar boş verebildi, ne kadarını ciddiye aldı ve ne kadarını kaldıramadı. Biliyorum hepimizin bambaşka sorunları var, benimkiler size, sizinkiler bana az gelir anlatsak birbirimize. Dert için ne derler bilirsiniz;  
"Dert çük gibidir, herkes en büyüğünün kendisinde olduğunu sanır" 

Hayata şöyle bir baktığımızda ne çok dert var değil mi? İşler, eşler, çocuklar, arkadaşlar, mekanlar, zamanlar ve tabi en önemlisi sağlık. Umarım hiçbirinizin sağlık ile alakalı bir derdi yoktur, çünkü kimsenin sağlığıyla imtihan edilmesini istemem. 

Tuhaftır boş vermeyi ben de umursamamak sanardım fakat sonradan farkettim ki o aslında bir şükür sözcüğü. İşini mi kaybettin, boşver be eşin var! Terk mi edildin, boşver be dostun var! Dostunun kazığını mı yedin, boşver be ailen var! Aşık oldun da karşılık mı bulamadın, boşver be ileride seni bekleyen daha güzel bir aşk var! O çok sevdiğin deniz ülkesine mi gidemedin, boşver be önünde gidebileceğin günler var! Sağlığından olsan bile, boşver be hayata tutunmak için hala sebepler var! 

Hayatta elinde olanlara bak be, bir kere de kaybettiklerine değil de hala sahip olduklarına bak. Hiçbir şeyin olmadığını mı düşünüyorsun, elinde bu "hayat" var be! Bak işte, gör işte! 

Hayır ben Pollyanna falan yemedim yanlışlıkla. Sadece reddediyorum bütün bırakışları, bütün içe kapanışları, reddediyorum vazgeçişleri, başkasından değil kendinden gidişleri. Reddediyorum istenmeden mahkumu olunan hayatları, mutsuz geçen günleri! 

İstiyorum ki farkına varsın herkes, istedikleri şeyler yalnızca "insanca" ve hiçbir kabahat yok bunda. Pişmanlıkla zaman kaybetmesinler istiyorum, olmayana takılmasınlar, olacağı olanı oldurmak için çabalasınlar istiyorum. Hayat kısa diyorum, kuşlar uçuyor Cemal diyorum, ama anlamıyorlar maalesef. Prangalarla yaşıyorlar, her şeye alışıyor ve idare hayatlar sürüyorlar. Lafım sürenlere, hepinize değil. 

İstiyorum ki, mutlulukları için, yeri geldiğinde karşılarına çıkan zorlukları, engelleri, kara geceleri, hüznü, kırgınlığı, aldanmışlığı boş verebilsinler. İnanıyorum ki bir gün en azından birkaçınız sizi üzen şeylere boş verip, sizi mutlu edenleri ciddiye almayı öğreneceksiniz.

O gün gelene dek; Siz üzülmeyin, en kötü ben varım be! 




4 Nisan 2016 Pazartesi

Kötü Günler

"It's not the destination, it is the journey"


Bilmem bilir misiniz bu lafı, ben uzun yıllardan beri biliyorum ve de sonuna kadar katılıyorum. 
Mühim olan varılacak yer değil, yolculuğun kendisi diyor.
Her birimizin iyi kötü bir hayatı var, inişler ve çıkışlarla dolu. Hayatınız iniş kısmına geçtiğinde kendinize en çok hatırlatmanız gereken şey bir de çıkış olduğu, çünkü biliyor musunuz her hayatta var bunlar. Hep iyi günler yok, her gün güneş açmıyor, ya da her gün mutlu uyanmıyor insan. Sorunlar yaşıyor, ayrılıklar, terkedilmeler/terk etmeler yaşıyor, yanlış zamanda doğru kişiyle karşılaşıyor yahut doğru zamanda yanlış kişiyi buluyor, olmayacak aşklara tutuluyor, aldatıyor/aldatılıyor, affediyor/af diliyor, yanlış işin başında hayatını geçiriyor/doğru işi buluyor, müdürünü sevmiyor/terfi alıyor, beş parasız da kalabiliyor/köşeyi de dönebiliyor, nabız çizgisi gibi bir aşağı bir yukarı devam ediyor hayat. 

Ben kötü günlerden korkmayanlardanım, aksine biraz sevenlerdenim o günleri hatta. Kalbimde kırılsa, beş parasız da kalsam, kazık da yesem, verdiğim değeri göremesem de, aldatılsam da eyvallah diyorum, Mazhar' dan öğrendim eyvallah deyince geçip gidiyor. Şaka bir yana gerçekten hayatıma değen herkesi gülümseyerek teslim ettim geçmişe, hiçbiriyle alacak/verecek hesabımız yok, söylenmemiş bir sözümüz ya da yaşanmamış bir günümüz yok. Aksine biten her şeyin vadesi dolduğu için bittiğini düşünenlerdenim ben. Bu yüzden de eksik bir şey kaldığına inanmam bitmişliklerde. En güzeli de bitmiş şeye kafayı takmamam, bir şeylerin bitmesine izin verdiğiniz ölçüde özgür kalıyorsunuz. Bazılarınızın o kadar kolay bırakamadığını da biliyorum, bunun sebebi bana kalırsa çok sevmeniz ya da bağlanmanız değil, ayrılığa hazır olmayışınız. En temel sebebi ise yalnızlığınızdan kaçışınız. Ama tabi sizi de en iyi ben bilecek değilim ya. 

Kötü günlerin en sevdiğim yanı ise ardından gelen iyi günler. Unutmayın her kışın sonu bahardır, baharın sonu da yaz tabi. Ve kendinizi bir yaz günü Güney İtalyanın Lecce kentinde yüzünüzü güneşe vermiş, yanınızda dostunuz/dostlarınız/aşkınız ile elinizde en sevdiğiniz şaraptan bir kadeh varken bulduğunuzda, esen ılık rüzgarla içiniz ısındığında yahut denizde oynayan insanların cıvıltıları içinizi çoşkuyla doldurduğunda, yazın kokusu burnunuza buram buram çalındığında, kadehinizi başınızdan geçen kötü günlere kaldırmayı unutmayın derim. 

Belki sizin iyi gün tasviriniz başkadır, ama tavsiyem iyi gün resminizi çizin, onu renklerle kuşatın, en az bir boyama kitabı kadar hayatınızın da renklere ihtiyacı var.. Ve o resmi hep içinizde aklınızda saklayın, ne vakit bir kötü günle karşılaşsanız açıp resminize bakın, sizi orada bekleyen o güzel resme. Resim çizmekten ya da hayatı boyamaktan korkmayın. 

Gidilecek yeni yerlere, tanışılacak yeni insanlara, başlanacak yeni işlere, yaşanacak yeni aşklara..

Kötü günlerden geçen herkesin gelecek iyi günlerine kaldırıyorum kadehimi ve ekliyorum bağıra bağıra; 

Dolce Vita!