31 Ocak 2015 Cumartesi

Sen Orda Yoksun!

dün gece saat onikiye yaklaşırken dışarı çıktım zuzu(kardeşim olur) ile buluşmak için, mevsim kış aylardan Ocak olmasına rağmen öyle tatlı bir esinti vardı ki, sanki baharın o serin akşamlarındaymışım gibi hissettim rüzgar yüzüme vurdukça. Kulaklıkları da usulca yerleştirdim kulağıma, ama öyle bir uyum yakaladım ki deep house dinliyorum ve tiz tınılar rüzgar estikçe daha da ruhuma dokunuyor, ben de adımlarımı biraz aheste, biraz serseri biraz umursamaz atıyorum. bir elim cepte gözü kapayıp kafayı yukarı kaldırıp derin nefesler alarak yürüyorum. Gökyüzü arkadaşım olur, ne vakit gece dışarı çıksam yıldızlara bir göz kırparım, arada uydularda nasipleniyor bu işten ama bana göre hepsi yıldız işte. Neyse, Zuzu’ ya yaklaşırken, radyoyu bir değiştireyim dedim, türkçe pop pek dinlemem ama kalan iki buçuk dakikalık mesafemde dinleyeyim hadi bakalım dedim. Göksel vardı kanalda, yeni bir şarkı yapmış adı Sen Orda Yoksun. 

sözlerde şöyle diyor; 

"Siyah beyaz bir adamdı hayalimdeki resim
Kadehimi fırlattım yüzüne
Kızgınım hiç gelmeyişine
Bilmeyişine hissetmeyişine
Sen orda yoksun
Çağırdığımda susuzluğumda açlığımda sen orda yoksun
Koşsam sarılsam tutunsam yoksun
Ruhumun kara boşluğunda sen orda yoksun
Ne anlamsız ne tuhaftı
Kendime söylediğim yalanlar
Olmayacak bir rüyaya inandım
Hırçınlığım imkansızlığına suskunluğuna uzaklığına”

Evren bazen karşınıza bütün gece tartışmaya yetecek bir konuyu şarkı eşliğinde çıkarıyor. Ben sözleri düşünürken Zuzu’ ya vardım, her şeyimi bilir, hatta öyle dilimdedir ki beni yakın tanıyanlar da Zuzuyu bilir. Dedim Zuzu, hatun böyle böyle şarkı yapmış, insan hayatı beş dakikada değişebiliyor, bazen yanında olması gerekenler yanında olmuyor üstelik daha düne kadar oradalarken, bu bir arkadaş, anne-baba-kardeş, ya da sevgili olabilir. Bunları konuşurken bir baktık sohbetimizin ana konusu şu soru oldu; 

“Yahu bu sevgiler nereye gidiyor allah aşkına!” 

Hayatlarımıza insanlar dahil oluyor, ve sonra yok oluyorlar sanki bir kara delik var ve oraya çekiliyorlar -ki aynısı çoraplarım içinde geçerli fakat onlar için en azından çamaşır makinesından çok pis işkilleniyorum. Yalnızca sevgili için konuşmuyorum bu iş çok daha geniş mevzu, dönemsel yakın arkadaşlıklar kuruluyor, sonra sayfalar kapatılıyor ve bir daha karşılaşıldığında öyle uzak duruyor ki mevzu, dağ şok! (bu geyik dilime pelesenk oldu kusura bakmayın, üst düzey şaşkınlık belirtisi olarak algılayın bu deyimi) 
İçinizde bizim gibi sap çöp bırakmadan sonuna kadar seven var mı bilmiyorum, Zuzu ve ben kaptırıyoruz sevince, dünyadaki her şeyden üst tutuyoruz-ki bu gerzekliğimiz yüzünden sevmemeye çalışıyoruz aslında- ama arkadaş, sevgini gösterdiğinde kayıplar başlıyor. Ne zaman ödünler verecek olsak, sonlara yaklaşılıyor. Tabi sonra yine ayağa kalkıp devam ediyoruz Zuzu gibi bir dostu da hepinize dilerim bu arada, ölmedik daha kimse için ikimizde fakat bir de dönüp bakıyoruz ki, ulan tuz parça olmuşuz, hayda yapıştır yapıştırabilirsen şimdi. Vay arkadaş! 

Kırgınlıklar insanın üzerine yapışıyor, onları atamıyorsun, kırgınlıklara da takılıp kalmıyorsun illa ki çözüyorsun meseleyi ama eşikten atlamak her kırgınlıkla daha da zorlaşıyor, kazınıyor beynine, kalbine, benliğine. 
Ben hep yanındayım diyene tokat atasım geliyor benim, aşığım seviyorum ık bık zık diyene kafa göz dalasım geliyor. Ulan ayrılıyoruz adam sevgiden bahsediyor, yavşak ne diye ayrılıyoruz o zaman biz, niye ümit besen şarkısı trajedisine dönüştürüyorsun durumu? Hadi aşk bitti sevgi nereye kayboluyor? Onca şey yaşanıyor, sabahlara kadar muhabbet, birlikte eğlenmeler, gülmeler, çıkılan tatiller, zor zamanları paylaşmalar, karşılıklı ağlamalar, ee sonra? 

Düne kadar can ciğer olduğun insanla yarın sonsuza dek ayrılık yaşıyorsun? o sevgi nasıl pat diye bitiyor? Zamanla nasıl kayboluyor, hiç mi aramıyorsunuz hiç mi aklınıza gelmiyor, görünce tebessüm de mi kalmıyor dudaklarda? içiniz acımıyor mu yiten arkadaşlıklara, ilişkilere? bir daha hiç haberiniz olmuyor o hayatlarda neler olup bittiğine dair, düne kadar onun canı acısa senin elin kanıyordu be, bir anda her şey nasıl değişiyor? 

Biriniz yürekli olsun desin ki; aslında o sevgilerin hepsi kandırmaca, ya da, aslında şarkıda dediği gibi sen orda yoksun da biz var sanıyoruz tek taraflı sevgimizi sana da bölüştürüyor sevildiğimizi düşünüyoruz, ya da, adam gibi o sevginin nereye gittiğini açıklasın bana. Adam demişken, bu yazımı da bazı 'adam'lar üzerine alınmasın.
Haydi selametle. 

30 Ocak 2015 Cuma

Sezen' e!


Tanıyanlar bilir Sezen' i ne çok sevdiğimi, ve Sezen duyduklarında akıllarına düşmüşlüğüm olmuştur bazı sevenlerin beni. Bilmiyorum benim kadar seveniniz var mı içinizde, ama eminim eğer seviyorsanız, dinliyorsunuzdur onu. Sezen benim hayatıma tanıklık etti, o bilmez ama çok sığındım ben ona, o koca yürekli kadın şarkılarıyla kucak açtı bana.

aşık oldum, gittim ona anlattım dedim ki Sezo seviyorum yahu ama söyleyemiyorum, napcaz? Dedi ki bana;

Dilimin ucunda kelimeler
bir türlü söyleyemiyorum
dilimin ucunda kelimeler
nerden başlasam bilmiyorum.

Derken söyleyiverdim dilimin ucundakileri, yaşanması gereken her şey yaşandı ve sıra bitirmeye geldi ancak uzadıkça uzadı muhabbet, bir türlü kopamadık iyi mi! Dedim ki Sezo şimdi napcaz, dedi ki ;

Artık hayatımdan çıksan diyorum
Bu ikili delilik sona erse,
ikimiz içinde hayırlısını diliyorum.
hiç olmamış gibi davranabilmeyi
bu yokediciliği anlayabilmeyi
bir bilsen ne kadar yürekten istiyorum.
Lütfen görmeyeyim seni..

Arkadaşlarla bozulduk bir keresinde, ama nasıl su sızmıyor aramızdan görseniz, bozuştuğumuza inanamazsınız. Ben tabii koştum hemen Sezen' e, dedim ki ya Sezo, insan kardeş gördüğüyle böyle açmazlara girer mi, dedi ki;

çok zamandan beri eski dostlar
birbirini aramaz oldu
aramıza hayat girdi
yıllar bize yaramaz oldu
ağlarım geceler boyunca
anılar dalga dalga sahilime vurunca
bir selam gelince bir sela verilince
ağlarım arkadaş şarkısını duyunca

İnsanlığa inanamadım bir ara, tiksindim insan olmaktan nasıl böyle olduk dedim, nasıl böyle kötü olabildik, bu kadar duyarsız bu kadar umursamaz, ne ara görmez oldu gözlerimiz. Dedim Sezen, yahu bu nasıl iştir, bu insanlıkta utanmıyor musun sende benim gibi insan olmaktan. Tuttu beni, dedi ki;

İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır
Eller günahkar
diller günahkar
bir çağ yangını bu bütün
dünya günahkar

Sonra vurgun yedim, bildiğiniz vurgun. Yere düştüm, güçsüz kaldım, aşk işte ne yapayım insan bir duyguya kapıldı mı kaptırıp gidiyor, dedim ki Sezo be bu defa başka, napcaz? nasıl çıkcaz bu işin içinden? Çok şey söyledi Sezen, Sarı Odalar dedi, Tutuklu dedi, Git dedi, Keskin Bıçak dedi, Son Bakış dedi, konuştu da konuştu benimle en sona da Sitem etti, dedi ki ;

bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın
Dünyanın o son günü sen beni arayacaksın!
Doymadım doyamadım sevmelere seni ben
kimseleri koyamadım yerine yeniden
saymadım sayamadım sensiz geçen yılları
ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem!

Zaman zaman kavga da ettik kendisiyle, ulan Sezen dedim, sen olmasaydın ben böyle sevmeyecektim böyle anlam yüklemeyecektim! Bu kadar da acı çekmeyecektim be !  Dedi ki bana;

Geçer, geçer daha öncekiler gibi
bu da geçer, neler neler geçmedi ki
yine düşer deli divane gönlüm aşka

Kadehi karşı kıyıya kaldırmayı, yeni ve yeni kalanların şerefine rakı içmeyi, İzmir' in Kızlarını, koşulsuz sevmeyi, sevmenin o kadar da kötü bir şey olmadığını da Sezen öğretti bana. Delikanlı kadın olmayı o gösterdi kısacası.

Kahpe Kadere de sövdü, Beni Kategorize Etme diye de uyardı, Kaybolan Yıllarını da anlattı sağ olsun. Sarışınlara gel gel de dedik birlikte ben pek sarışın sevemedim ama o sevdiğinden ses etmedim, Erkek Güzelini de pelesenk etti dillere laf söz atarken: "Yavrum baban nereli, nereden bu kaşın gözün temeli" diye. Yaz dedi bitmeden gel, Kusura Bakma dedi iş işten geçti, Düş Bahçelerinde de yürüdük birlikte, Kıran Kırana da savaştık, bizi bu dünya da koyup giden Yol Arkadaşlarına sitemimizden de geri kalmadık, Kavakları da andık bir yarım fotoğraf ile birlikte,  Bir Çocuk da Sevdik, Gözlerine Göz Değmiş ise bunu da anladık ama birlikte affettik.

ne vakit düşsem, elimden tuttu Sezo benim, sözleri bazen yol gösterdi, bazen ağlattı bazen "aman be çok da umrumda" dedirtti, ama her zaman yanımda oldu, destek çıktı. Benimle ağladı, benimle güldü. Ve şunu unutma dedi Sezo;

A benim dilsiz dillerim
A benim sessiz ellerim
Yakala saçından
Tut hayatı
Çevir yüzüne
Öp!


iyi ki Sezen var! İyi ki senelerdir biliyorum onu!



eksik..

üç ağabeyi, iki ablası vardı
bir de küçük kardeşi
bir annesi oldu
bir de hiç sahip olamadığı babası
kalabalık bir ailenin yalnız ferdi olarak geldi dünyaya
yapayalnız da gitti sonra
herkesin her şeyi olabildi ama kendisine bir çare bulamadı
içindeki iyilik kendi yaralarını sarmak içindi,
hep başka yaralara merhem oldu.
aslını göremedi kimseler
bir gün aynada kendisini gördü,
ayna yere düştü tuz parça oldu
aynayı değil, kendi suretini kırdı
kendinden kaçamadı daha fazla 
o gece uykunun uyunmadığı bir sabaha uyandı,
senelerin yalnızlığına ağladı.
sevdiği bütün kadınlarda tam olma çabası aradı
yanlış sevdalar yüzünden
hep eksik kaldı..

24 Ocak 2015 Cumartesi

sonra..

sonra ne mi olur? 
zamanın saatleri göstermediği bir vakit ayrılırız
haber bülteninin bitişi kadar olağan
bize ayrılan sürenin sonuna gelmek kadar ani.
iç bunaltan sıcak yaz günleri başlar
denklem düşer
ben alır başımı bir yerlere giderim
kimsenin bilmediği, kötü sonların yeni başlangıçlarla unutulmaya çalışıldığı bir yerlere
akşamüzeri güneşin şiir gibi battığı bir yerlere
iklimin değil sade, mevsimin de akdeniz olduğu bir yerlere
ne vakit dağınık saçlı bir adam görsem 
aklıma senin arkası kıvrılan hafif dalgalı saçların gelir
ve dağınık saçın en çok sana yakışması.
bir kadeh şarap içerim, her akşam senin şerefine 
kimseler bilmez, zaten ben de anlatmam kimselere
alışkanlık bu ya arada dilimin ucuna gelir adın
bazen yanlış bir yerde telaffuza dönüşür, bazen iki dudağımın arasında hapsolur.
yazın yakıcılığında tenine en çok yakışan beyaz keten gömlekleri, o kadar da tenlerine yakışmayan adamlarda görürüm
yaşadığımız ikiyüz elli yedi günü düşünürüm 
içimde fırtınaya benzer bir şeyler kopar, hırçın biraz, biraz kırılgan..
bir kadeh daha şarap içerim
en sevdiğin şarkı radyoda çalar
tesadüfün böylesi işte, 
zaten seni de bilerek sevmemiştim
bütün ihtimaller denk gelmiş, 
ve ben hiç hesapta yokken aşık olmuştum sana
bir daha kimseyi sevememeyi göze ala ala
uyandığım taze ve serin sabahların bazılarında
turunç kokan yaz sabahına benzeyişin gelir aklıma
ve sanırım en çok
hiçbir zaman turunç kokmayacak oluşuna üzülürüm ben
ve bir daha kimsenin, üzerine titreyecek kadar sevemeyecek olmasına seni
ve benim bir daha kimseye bakarken gözlerimin parlamayacak oluşuna biraz da.
yamuk ağzını anımsarım bütün bunların ardından
verdiğin sözü tuttuğuna inanırım;
'sol tarafına biraz daha gülüş ayır benim için' 
zaten ondan dengesiz durur dudakların..
ansızın yaşadığım sevinçleri hep sana bağlarım, 
sanki asıl sevinen sensin de tesadüfen düşmüş yüzün içime,
hem zaten biraz da böyle düşünmek zorundayım
mutlu olduğuna inanmazsam ben nasıl yaşarım? 


22 Ocak 2015 Perşembe

KIR ZİNCİRLERİNİ!


insanoğlu yaklaşık ikiyüz bin yıldır anatomik olarak varolmakta, elli bin yıldır da modern davranışlarda bulunmaktadır, ve varolduğu ilk günden bu yana, yani ikiyüz bin yıldır evrimini belirli oranda tamamlayabilmiştir. Çoğalma ile birlikte bireyselliği bırakıp küçük topluluklar halinde yaşamaya başlamış, yerleşik düzene geçmeleri ile beraber de ‘ahlak’  kuramı gelişmiştir, ilerleyen zamanlar da buna ‘görgü’ de eklenmiş, ve hep beraber yaşayabilmenin ortak dili oluşmuştur.

Ancak insanoğlunun hiç gelişmeyen ve değişmeyen yönleri de vardır, genetik ile asırlardır nesillere aktarılmakta olan. Bunu M.Ö. 400 lerde yaşamış olan Platon da, 1800lerde yaşamış olan Tolstoy da, yine aynı yüzyılda yaşamış olan Nietzsche de, 1100 lü yıllarda yaşamış olan Şems ve daha pek çok düşünüre baktığımız da görebiliriz.

Platon esaret, bağlılık ve karanlığın rahatlık olduğunu ve insanoğlunun zincirlerini kırmaktan hoşlanmadığını görmüştür. Geçen akşam arkadaşımla otururken gecenin sorusu olarak şunu sorduk; Eğer yarın ölecek olsanız, arkanıza yaslanır ve 'aldığın bu hayat fena değildir, üstü kalsın?' mı derdiniz, yoksa ‘durun bana biraz zaman verin, yaşayacaklarım henüz yaşanmadı’ mı derdiniz? Dürüst olabilir misiniz kendinize yaşadığınız hayat için, ya da memnun değilseniz sahip olduklarınızı riske edip yenisine başlamayı seçebilir misiniz? Bağlılıklarınızı bir kenara bırakıp, yaşamın kendisine bağlanmaya gücünüz var mıdır içinizde, barınma ve korunma daha mı baskın çıkar yoksa? Cevabınız yaşayacaklarınızın yaşanmadığı kanaatindeyse, 'yarından başlayın yaşamaya o halde' desek başlayabiliriz misiniz sahiden?

Tolstoy genelevdeki kadınların, koca bulmaya çalışan kadınlardan daha namuslu olduğunu söylemiştir. En azından orospular parayı peşinen isterler, oysa belli bir sınıfa mensup koca peşindeki kadınların çoğu erkekle değil parasıyla ilgilenir, rahat hayat kolay para peşindedir der.  Çağımızda bunun değişmediğini söylemeye gerek yok herhalde, aksine negatif bir büyüme gerçekleşiyor günden güne. Evlilik programlarına çıkıp ev araba arayanların samimiyeti daha fazla çoğu ilişkiden, en azından ne istedikleri konusunda dürüstler.

Nietzsche 1800lerin sonlarında parlamış bir düşünürdür ve insanların onu ancak 1900lerin sonlarında anlayabileceğini iddia etmiştir, bu hayata bir yüzyıl daha geç gelseydim söylediklerimin değeri daha çok bilinirdi diye düşünmüştür. Kendisinin görüşlerini dönem koşulları içerisinde incelerseniz pek çok otoriteye karşı çıktığını da anlarsınız, ve bu dönemde kolay gözükenin o dönemde imkansıza yakın olduğunu da hesaba katmanız gerekir. Neredeysen derinden derine kaz orayı! der, insanlara değil kendisine. Kendi alevinle kendini yakmadıkça, küllerinden doğmanın mümkün olmayışını dile getirir tıpkı Simurg Destanında anlatıldığı gibi. İçindeki bilgelik içinde gizlidir der, Simurg da, Platon da, Nietzsche de. Fakat bedelleri vardır kendini yakmanın, hayatı düşünmek ve sorgulamak rahatı bırakmaya mal olur, çünkü yaşam ilüzyonlardan ibarettir, kendinizi mutlu sanarsınız ama aslında değilsinizdir, istemediğiniz şeyleri yapmış, hoşunuza gitmeyen okullar okumuşsunuzdur sistemdeki hiyerarşinin üst kategorilerinde yer alabilmek için ve başarınızla mutluymuş gibi yaparsınız, kendi hayatınızı başkaları için yaşamaya başlarsınız, değer verdiğiniz şeylerden uzakta kalırsınız ve bu döngünün farkına vardığınız an bu döngüde daha fazla kalamazsınız. İşte yanma o zaman başlar, ama doğabilir misiniz küllerinizden gerçekten?

Ve Şems, insanoğlunun açıklarını bir bir farketmiş, kırk kurala dönüşmüştür ağzından çıkanlar, hayatı daha doğru yaşayabilmek için. Tuhaf olan ne biliyor musunuz, o 'açıklar' hala aynen durmakta, zerrece kapanmadan. Yaşadığımız çağlar boyu, değişmeden kalan tek şey insan. Bakın otuzsekizinci kuralında ne diyor Şems bizlere :
“ "Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazırmıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil.
Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
Her an her nefeste yenilenmeli.
Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli. “

Lafı toparlamak gerekirse Irvin Yalom’ un da söylediği gibi: ‘İncelenmemiş bir hayat, yaşanmamış demektir’. Hayatlarınızı inceleyin, neyin doğru olmadığını ancak kendiniz bulabilirsiniz, yarattığınız durumlardan kendiniz kurtulabilirsiniz, kendi kendinizi ancak siz var edebilirsiniz. Küllerinizden doğmayın tamam ama yaşamak tek uğraşınız, bari biraz özen gösteriniz!





15 Ocak 2015 Perşembe

özür dilerim..

özür dilerim.. 

Aslında hiç birinizi üzmek istememiştim. 
kiminizi doğrudan üzdüm..
gözlerimin içine baktınız, 
sevginiz öyle dokunaklıydı ki, 
içimde ağlama hissi uyandırdınız. 
hayır, acımayla karışık değil, acımayla hiç ilgisi olmayan
'beni böylesine içten nasıl sevebilirsin’ den kaynaklı ağlama hissleri
onca yalancı sevda varken dışarıda,
ve sizin sevginiz böylesine gerçekçiyken,
sizi sevemediğim için biraz da.
Ağlamayı sevmem bilirsiniz, bu yüzden his olarak bıraktım içimde. 
Benim için çok şey yaptınız, 
Beni düşündüğünüzü öyle güzel yollarla dile getirdiniz ki bazen,
bu dünyanın şanslı insanlarından kıldınız. 
Ve tabii, öteki insanları sıradanlaştırdınız. 
Sizi sevemedim belki ama, 
Sevdiğim insandan, sizin gibi sevmesini bekledim. 

özür dilerim. . 

Hiç tanışmadık sizinle, yüzünüzü görmedim. 
Adınız iki dudağımın arasından çıkmadı. 
Kiminizi dolaylı yoldan üzdüm..
Ya yakına gelmeye korktunuz uzaktan sevdiniz,
ve başkasının eli elimde diye üzüldünüz içtenlikle 
ya da  sevgiliniz, sevdiğiniz, eşiniz, dostunuz 
Geldi beni sevdi. 
İnanın hiç böyle olsun istemezdim, 
Benim yüzümden uykuların uyunmadığı geceler yaşadınız 
Biliyorum.
Bildiğiniz gibi değildi bazen, gördüğünüzü sandığınız
Doğru değildi.
Tanısanız kötü biri olmadığımı anlardınız, 
belki geçerdi kızgınlığınızda biraz olsa. 
İnanın hiçbirinizi üzmeyi istemedim, 
bir şeylerin bozulduğunu görünce inanın kaçmaya yeltendim
Ama bazen yakaladılar ayağımdan
bazen yeterince erken kaçamadım adamlardan. 
Biliyorum, tanısam kiminizi 
kendimden nefret ederim.
Gözlerinizden akan yaşların sebebi olmayı
inanın hiç istemezdim..

Özür dilerim.. 



10 Ocak 2015 Cumartesi

Boşver!


Kirayı ödedik mi?
Boşver.
Elektriği geciktirirsek kesecekler.
Boşver.
Bu sene kayağa gidecek miyiz?
Boşver.
Sinemaya gidelim mi?
Boşver.
İşi çok boşladık, biraz çalışmak gerek.
Boşver.
Yeni bir oyun gelmiş, güzel diyorlar,
Boşver.
Bira getireyim mi?
Boşver.
Yazın nereye gideriz tatile?
Boşver.
Birikim yapmak lazım.
Boşver.
Karnın aç mı?
Boşver.
Müzik açayım mı?
Boşver.
Plak?
Boşver.
Rakı ister misin?
Boşver.
E napalım peki?
Tüm dünyayı iki dakikalığına,
Boşverelim
ve bu ana sıkışıp sonsuza dek,
burada iki kişi kalmayı deneyelim.
Yanıma gel, ve kalan her şeyi
BOŞVER!

4 Ocak 2015 Pazar

Her bıyıklıyı baban sanma!


Bilenler bilir, -bilmeyen de kendi bilir- Aydın' lıyım ben. Ege' nin sıcak ikliminde, güzel insanlarla büyüdüm. Üç buçuk yaşıma kadar bir fiil anneannemlerle yaşadım, akabinde de her tatil döneminde yanlarında kalarak bu yaşantıyı sürdürmeye devam ettim.
Babamın oğlu, dedemin erkek torunu gibi büyüdüm, merak etmeyin şu an bir sıkıntı yok :)
Anneannemlerin mahallesinde, herkes birbirini tanır, komşuluk ilişkileri alabildiğinde içten bir şekilde sürer ve mahalledeki çocuklar herkesin torunu, oğlu-kızı sayılırdı. Başımıza bir iş gelse, bütün mahalleli koşar gelirdi. Susayan çocuk gider en yakın evden su isterdi.
Sonra biraz büyüdük, balkon zamanları geldi.
Balkonda oturur Ege' liler, gelen geçenle balkondan sohbet ederler. Biz de ederdik o eski mahallede otururken, sonra yedi katlı bir apartmanın yedinci katına taşındık, sesimiz aşağılara gidemedi pek. Bakkala sepet sallardık bir de yine eski mahallede, bazen veresiye yazdırılırdı bazen sepetin içinde para yollanırdı, kimsenin de parası kalmazdı kimsede ve bakkalın hesabına güvenilirdi.
Nisan sonu dedin mi mevsim yaza dönerdi, ve yaz geceleri çocuklar dondurma almaya yollanırdı bizim orada, şimdi ki gibi tekinsiz değildi ortalık, ve benim en sevdiğim görevdi dondurma almaya gitmek ılık Ege bahar-yazlarında.
Akşamüzeri çaylarının yanında tulum peyniri ve gevrek yenir, akşamları televizyon karşısında çiğdem çitlenirdi.
Paramız varsa olmayanla paylaşırdık, dert etmezdik yani gazozu kimin aldığını, eğer baba bulursak civarda, o baba ayrım yapmadan bütün küçük çocuklara ısmarlardı mesela. Babanın da çocuklardan birinin babası olmasına gerek yoktu, kimsenin tanımadığı ama birilerinin babası olduğu belli yaşça büyük amcalar gelin çocuklar derdi, kimsenin de başına bir iş gelmezdi.
Evlerimizde insanları misafir de ederdik gelen misafire dolabı sonuna kadar açmayı da bilirdik. Ama yine de hiçbirimiz yük olmak istemezdik bir diğerine -ki bunlar hala böyle- .

Alışveriş sonrasında iyi temennilerde bulunur Ege' de bizim insanlar, hayırlı işler dilenir, iyi akşamlar denir, günaydınla girilirdi.Bu da hala böyledir orada, ve Ege de büyümüş insanlarda.
Ben sonra başka memleketler tanıdım, her yerde böyle sanırdım meğer alakası yokmuş, ondan Ege diye kategorize ediyorum, yanlış olmasın. Yalnızca Ege de diye de diretmiyorum, ille başka memleketlerde de vardır bizim gibileri.
Güleryüz ana konudur bizim insanlarda, candan, içten yaklaşırız biz, sevdik mi çoşkulu severiz, üzüldük mü de canımızdan can gider.

Bir ara İstanbullu olasım geldi ama, Egeli olmak başkaymış anladım. Tanımadığımız herkes, tanıdıktan beş dakika sonra ayrımsız arkadaşımızdır bizim. Tanışmaya değer olmayana da baştan el uzatmayız zaten.

Farkettiğim bir şey üzerine yazıyorum bu yazıyı, anlayacağınız üzere bizim taraflarda samimiyet vardır, içten gelir. Ancak memleketin başka taraflarında, gördüm ki samimiyetsizce oluşmuş samimiyetler. Ve hep çatlamış sonradan. Kazık da yemiş ahali, kazık da çakmış ötekine acımadan.
Biz insana insan diye değer vermeyi öğrendik, bana böyle öğrettiler en azından, gülümsemeyi, hayatı neşeyle yaşamayı gösterdiler, ben de öyle yaptım. Sevdim de insanları, ancak bazı insanların bazen insan olduklarını da sonradan anladım.
Gördüm ki, hep bir art niyet aranıyor samimiyetin altında, bir çıkar bekleniyor, ya da bir gönlüm sendecilik.
İsterim ki, bir açıklık getirelim buna, biz Egeliyiz arkadaş, kolkola girer, güle güle oynarız, sarılır bi öperiz aklın durur, kucakladığımızda kemiklerin kırılcak gibi olur, içtenlik taşar bizim kaşımızdan gözümüzden, zordayım dersin koşar geliriz, ama hiçbirini başka düşünceyle yapmayız.
Olur bazen hoşlanırız, ama öyle oldu mu da efelik vardır kanımızda, gider açık açık anlatırız, istemezsen anlarız, zorlamayız işimize bakarız.
Bana kalırsa hepiniz ölmeden evvel bir Ege' li seviniz, onunla bir de rakı içiniz. Sohbetimiz de iyidir hani, yanlış olmasın. İster sevgili olarak, ister arkadaş.
Ama siz siz olunuz, her selam vereni yürüyor sanmayınız beyler bayanlar, bakarsınız Egeli çıkar kadın ya da adam.
Gelin şöyle yapalım, cinsiyetinizi koyun bir kenara, iki dakika insan olalım ortak dilden konuşalım.
Canımız yanmasın :)
2015 samimiyetlerin yanlış yorumlanmadığı bir yıl olsun hepinize, gözlerinizden öperim!




3 Ocak 2015 Cumartesi

iki adam bir kadın

...
Aşık iki insan,
Ayrıldılar.
Çokça olmayacak
Ama pek de azımsanmayacak bir zaman geçti aradan
Karşılaştılar.
Kadının yanında bir adam
Olması gereken şimdiki değil, geçmişte kalan
Karşısında bir adam, 
Artık kadının yanında yer alamayan.
Soran gözlerle baktılar;
"Ne oldu bize?"
Biz mi kaldı artık dedi adam,
Biz, dedi gözleri kadının, hiç bitemedik ki.
Kadının yanındaki adam için hayli kısa
Kadınla adam için süresi ömre benzer bir zaman geçti aradan
Yürüyüp gittiler arkalarına bakamadan..