11 Nisan 2017 Salı

P A R I S | F R A N S A

"..Heeeeyy!!
Ne duruyorsun be, at kendini denize
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere."


Ne kadarına ihtiyacınız var sahip olduklarınızın ve gerçekten ne kadarına sahipsiniz satın aldıklarınızın?
Kaç gömlek, kaç pantolon yeter üzerinizi örtmeye, kaç çanta gerekli evinizi sığdırmak için, kaç ayakkabı lazım adım atabilin diye?
Bedelini ödeyerek sahip mi oluyorsunuz hayatlarınıza? Yoksa tek çaresi ölmeden önce yaşamak mı sahibi bile olmadığınız, emaneten kullandığınız bu bedenlerin içinde?


Bilenleriniz vardır belki, ben tek başıma seyahatlere çıkıyorum. Bir gezi yazısı sanabilirsiniz ama ben başka şeyler anlatmak istiyorum. Bir arkadaşım Paristeyken bana şunu sordu;
-Ne arıyorsun orada? Kendini mi bulmaya çalışıyorsun?

Durup düşündüm biraz, ve ne aradığımı söyledim. Yaşamın kaynağını! Gittiğim farklı ülkelerde, yürüdüğüm başka kaldırımlarda, dolaştığım geniş sokaklarda ve gördüğüm yüzlerde yaşamın kaynağını arıyorum.


Karşınızda Parisin en önemli simgesi, dünyanın en bilindik kulesi belki. Çimlerde ise insanlar piknik yapıyorlar, evet dünyanın en önemli yapıtlarından birine bakarak keyif çatmak, hatta istediğinizi yiyip içmek bedava. Çocuğunuzla oyunlar oynamak paha biçilemez. Cebinizde ne kadar olursa olsun, o anın canlılığını ve gerçekliğini satın almaya yetmez.
Çevreme bakıyorum, insanları gözlemliyorum, güneş tenime öyle iyi geliyor ki, beni de kışın ağırlığından ve yükünden kurtarıyor. Çimlerin üzerinde pervasızca yatıyorum, hiç tanımadığım insanlarla ve bilmediğim bir yerde ortak duyguları paylaşıyoruz. O öğlen güneşinin altında, bütün kaygılarımızı evde bırakmışız, bütün sorunlarımızı dolaba kitlemişiz. Göçebe hayat süren bir toplum gibi eşitiz hepimiz, bağımız bahçemiz yok, dikili ağaçlarımız yok, bekleyenimiz ya da gelenimiz yok. Cıvıl cıvıl bir ışıltı var sadece, güneşin adeta kanıtlar sunduğu yaşam kaynağı var.


Saat üç gibi kalkıyorum oradan, çantamı sırtlanıyorum ve düşüyorum yollara. Champs- Elysees üzerinden Moulin Rouge' a, ve oradan Sacre Coeur a çıkıyorum.



 Yolda yürürken iki manzara daha dikkatimi çekiyor, bu kez insanlar konu. Resimde gördüğünüz iki güzel hanımefendi, -ben insanları yaşlı genç diye sınıflandırmayı sevmiyorum, çünkü nice insanlar gördüm takvim yaprağıyla ölçülmüyor insanın yaşı- sallana ballana yürüyorlar. Çekinmeden hayattan, korkmadan yaşamaktan, halimiz yok diye düşünmeden, sunulan her günü armağan olarak değerlendirerek, keyif alarak ve sohbet ederek yürüyorlar. Dostluklarında buluyorum yaşamın kaynağını bu defa, hayat üzerinizden hangi zorluklarla geçerse geçsin, yan yana kalmanın ana kaynaklardan biri olduğunu anlıyorum onlara bakınca.






Moulin Rouge' un önüne geldiğimde daha da farklı bir manzara karşılıyor beni. Sağlığı pek yerinde olmadığı için biraz zor yürüyen bir beyefendi, elindeki kamerası ile en güzel açıdan yakalamaya çalışıyor görüntüyü. Düşünüyorum;
-hadi ben göstermek için çekiyorum, sonra hatırlamak için biriktiriyorum bu fotoğrafları, peki ya siz beyfendiciğim?
-daha ölmedik ya, bizim yaşamak hakkımız değil mi sonuna kadar ?

Diyor bana, yaşamın kaynağını onun azminde görüyorum, kaç takvim yaprağı devirmiş olursak olalım, gidilecek yollar, görülecek manzaralar bitmeyecek diyorum kendime. Yaşam işte bu kadar değişken ve olağan!




Moulin Rouge' un yanından Sacre Coeur' a doğru bir yokuş çıkmaya başlıyorum bu kez. Yolda burnuma çalınan birbirinden güzel kokular Paris' te olduğumu hatırlatıyor, ve zamanda yolculuk yaparcasına tırmanıyorum yokuşu. Sanki Paris' ten çıkmış, az sonra ayaklarımın ucunda sahili bulacakmışım gibi hissediyorum, bağımsız bir kasabaya gelmişim gibi bir his uyanıyor içimde. Küçük butikler, ve adalar algısı yaratan beyaz taş binalar, sokaklarda ressamlar, bir köşede Fransız genç akordionu ile Yann Tiersen çalıyor, yaşam oluk oluk akıyor, fırça darbelerinden tuvallere, kreplerden damaklara, notalardan ruha. Fransız akşam üzerinde yaşam ile doluyor içim, işte hayat diyorum ve bir tepeden Paris' e bakarken buluyorum kendimi, dudaklarımda en bilindik sözler;
"hava bedava su bedava, bir tepeden şehre bakmak, sokaktaki müziği duymak ve hayatı yakalamak bedava! "




Akşam oluyor, şehre karışıyorum, şehirli gibi hareket edip metrodan iniyorum. Gecenin bir şehre ne kadar yakıştığını Notre Dame önüne gelince bir kez daha anlıyorum. Yaşam gecenin konusudur diyor sevdiğim bilge, yaşamı düşünüyorum. Yaşanacakları, beni bekleyenleri, sağ çıktığım savaşları, sahip olduklarımı, sahip olduğumu sandıklarımı. Yaşamın kaynağının ücretini ödeyecek kadar zengin kimse yok diyorum sonra, bu sadece farkındalıkla sahip olunabilecek bir şey. Çevreme bakıyorum, 3 genç gösteri yapıyorlar hani şu ellerinde çubuk ucunda alev olanlardan. En sonunda maytaplı güzel bir show ile bitiriyorlar,
Notre Dame' ın heybetinden biraz çalarak geceye anlam katıyorlar. Gösterileri bitiyor, gösteriyi sunan genç şapkayı alıyor eline ve izleyen herkes koşa koşa para vermeye gidiyor. İnanamıyorum gördüğüme, çünkü emekleri, toplanan halk tarafından saygıyla karşılanıyor. Öylesine atmıyorlar parayı, canı gönülden veriyorlar; geceyi güzelleştirdikleri için teşekkür mahiyetinde.
Yine görüyorum o kaynağı, verilen çabaya duyulan saygıda, hayatın sizi karşılıksız bırakmayışında, yaptığınız güzelliklerin size geri dönüyor oluşunda.



Yaşamı buldukça zenginleştiğimi fark ediyorum, üstelik bütün bunlar için hiç para harcamıyorum. En değerli şeyler, satın alınamayacak kadar pahalı olanlardır. Sağlığınızı satın alamazsınız, arkadaşlarınızı satın alamazsınız, sevgiyi satın alamazsınız, güneşi, ayı, hiçbir tabiat olayını satın alamazsınız.
Yaşamı satın alamazsınız!
Önünüzde öylece durur, size tek söylediği ise, ölmeden önce yaşamalı olur!

Hepinizin her gününün yaşadığınızın farkında olarak geçmesini dilerim, en azından bundan sonrası için!
Ben yaşadığım müddetçe, gidecek yollarım hep olacak. Gözüm, gönlüm ve yönüm hep açık olacak.
Umarım sizlerde, kalbinizi genişletir ve ruhlarınızı iyileştirebilirsiniz!
Sevgi ile ...








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

bir diyeceğim var!