zamanın birinde bir romeo doğdu, gidip juliet'ini buldu, adını aşk koydu..
sonraları erkeğin adı değişti, mecnun oldu, kızınki ise leyla, düştüler çöllere aşkları adına, kavuşamadılar tabi ki onlarda..
biraz daha zaman geçti, ferhat gidip dağ deldi, şirin için göze alırım her şeyi dedi, ama aşk onlarında mutlu olmasına izin vermedi..
böyle sürüp gitti bu hikayeler, adının aşk olabilmesi için yarım kalmalıydı büyük sevgiler, aşkı ölümcül bellediler, oysa ki aşktan ölmemişti kimseler..
sahi neydi aslında aşk ?
nerde başlıyordu, ne zaman bitiyordu?
bir insanı ömrümüzün sonuna kadar sevebiliyor muyduk gerçekten? hayat bize ikinci bir şans vermiyor muydu cidden?
ya yanlış kişiye aşık olarak o tek atımlık kurşunu harcamış oluyorduysak?
mümkün değil miydi o 'aşk'ı içinden çıkarmak?
aslında son derece normaldi sevmek, bizler abartıyı sevip buna aşk demeseydik eğer...
bir kitabın arkasında ' birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan, aşıksındır' yazıyordu, nasıl aşık oluyorduk o zaman hiç tanımadan? doğru düzgün tanımadığımız insanları önce içimize atıyor sonra da orada büyütüyorduk onları, hatta olayı abartıp mükemmelleştiriyorduk..
bütün bunlar yetmiyordu, kendimizi onlara layık bulmuyorduk, 'benden iyisini hakediyor' diyerek kendimizi aşağılamakla meşguldük.. aşkımız uğruna bekliyorduk onları yıllarca, bıkmıyorduk sevmekten, sevdikçe daha da acı çekmekten..ki bir zaman sonra biz bunu sevmeye başlıyorduk, bu 'acı'yı, aşk acısını..
dinlediğimiz şarkılardaki hüzün iyi gelir oluyordu acımıza, birlikte olmamak için hiç nedeni olmayan insanlardık biz,aşkımızı içimizde bırakmak zaman kaybıydı sadece, körleşmemiş olsaydık biz o derece, görebilirdik bunu elbette.
birbirini sevdiğini idda eden insanlar, 'olmaz' diyorlardı kendilerine..her gece 'o'nun sesini duymayı, her gün 'o'nunla birlikte olmayı deli gibi arzulayanlar aşklarını bastırıp acılarını çoğaltıyordu..
melankoli aşktan ağır basıyordu belki de..
engelleri aşan insanlarsa, aşklarının tadını çıkartıyorlardı, belki biterdi bir gün, gidilecek yol, görülecek yer kalmazdı belki, ama kimin umrunda, bunuda yaşayıp göreceklerdi nasıl olsa..
en azından aşklarını yaşamayı seçenlerin görme imkanı vardı; gerçekten aşık olduklarını sandıkları kişiler miydi birbirleri için, yoksa içlerinde büyüttükleri o 'mükemmel'lerle ilgileri bile yok muydu?
gerçekten salıncakta sallanmak gibi miydi 'o'nu öpmek?
sana dokunduğu an bütün hücrelerinin bölünmesi bu yüzden miydi?
onunla buluşmadan on kere ne giyeceğini düşünmek, saçını düzeltmek defalarca, aşktan mıydı?
daha da önemlisi 'o' senin aşkına değer miydi?
yaşamadan ne kadarı bilinebilirdi....
http://fizy.com/#s/1mdbxn
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
bir diyeceğim var!