2 Kasım 2011 Çarşamba
Memento mori..
ölümden korkuyorum ben..
evet hem ölmekten, hem de ölmelerinden korkuyorum..
hayır önemli değil nasıl olduğu, acıda çekse insan, ölmek ölmektir işte..
yok, daha ölümle tanışmadım ben, ve haklısın sen;
başa gelmeden bilinmez bir 'ölüm' insanı ne denli yakar...
hayatın ironisi ölümdür, bir gün en yaşıyorum sandığınız anda, her şey yitip gider.. ne o son bir söz söyleyebilir, ne siz son bir kez sarılabilirsiniz.. öylece giderler işte..
işin en kötü yanı şudur, bir yaşamak zamanında, hep bastırılmış duygularımız olur..
bazen öyle bi an gelir ki dilimize dolanan şarkıyı yüksek sesle söylemek isteriz ama çevremizdeki insanlar yüzünden mırıldanmaya devam ederiz, düşük dudaklarımızı gülümsetecek şey insanlardan çekindiğimiz için içimizde patlayan çığlıktır bazen, en çok görmek istediğimiz yeri hep 'zamanı' değil diye erteleriz, sokakta top oynayan çocuklara özeniriz bazen, yaşımız 10lu hanelerde değil artık diye ondan da vazgeçeriz, yürürken dinlediğimiz müzik bize bi enerji verir bazen dans etmek geçer içimizden, ama deli derler diye onu da yapamayız, ya da soğuk hava titretir sizi, zıplamak koşmak ısınmak isterken 'edepli edepli' yürürken buluruz kendimizi, bazı sevdaları sırf 'artık olmaz' diye içimizde bırakırız, oysa belki de en çok olabileceği andır.. bütün dünyaya onu sevdiğimizi duyurmak isteriz bazen, ama ona bile söyleyemeyiz.. ve bütün bunları, bizi hiç tanımayan, hayatımızda yeri olmayan hatta yüzlerini hafızamıza kazımaya lüzum görmediğimiz insanlar bizi ayıplamasın, garipsemesin diye yaparız. 'başkaları' için, yaşamayı erteleriz..
yaşam en sonunda bitecek bir oyun, oyunun başrolü kendimiz, ve bütün oyuncular da bizimle birlikte gidecek bir gün, olur da kapanırsa perdemiz..
ışık kapandıktan sonra, karanlıktır bize kalan, ve ölünce geride bıraktıklarını hatırlamaz insan, ölmek ölmektir çünkü. hiç ölmedim ama, bence doğrusu bu..
hayatı erteleme, yaşamı içimizde bırakma lüksümüz yok bu yüzden, içinizden geleni yapın gitsin! müzik size enerji mi verdi, gidin dans edin, sokakta top oynayan çocuğa mı imrendiniz, gidin çocuk olun, yolda bağıra bağıra şarkı mı söyleyesiniz geldi, durmayın söyleyin, elbet bi eşlik eden çıkar, çığlık mı atmak istediniz, tamam onu sokakta yapmayın ama çıkın yüksek bi yere bağırın bağırabildiğiniz kadar, bakarsınız aşağıdakilerde cesaret bulur sizden, artık olmaz demeyin aşkınız için, bir ömür boyu geçmişe takılı kalabilirsiniz hiç yapamadıklarınız yüzünden, ve de dünyaya haykırmak geçiyorsa içinizden, durdurun insanları, gösterin sevgilinizi, varya, ben buna aşığım diyin, bırakın utanırsa utansın sevgiliniz, bir gün o da anlar nasılsa.. arkadaşınızı gördüğünüzde özlediğinizi farkettiğinizde, çekinmeyin etraftan, atlayın boynuna, kucağına, sırtına, şımarabildiğiniz kadar şımarın, merak etmeyin, kızmazlar, olsa olsa yüzlerinde bir tebessüm oluşturursunuz..
bırakın deli desinler size, onlar akıllı da noluyor sanki.
belki yarın yok hem sizin için, hem sevdikleriniz için..
her şeyi bırakın gidin çılgınlıklar yapın demiyorum, sadece içinizde bırakmayın..
ölerek yaşayacağını bilmek, eğer gerçekten bunun ne anlama geldiğini biliyorsanız, inanın çok zevkli !
bu yüzden...
ölmeden önce 'yaşayınız' hepiniz.
duran duran-come undone
23 Ekim 2011 Pazar
geldim, gördüm, yendim!
- Hey, şuraya bak..
-ne var orada?
-birlikte yaşlanacağım adam, işte bak orada duruyor, daha beni tanımıyor, daha ne gibi bir belaya çattığını bilmiyor, beni çok seveceğinden haberi yok, ve çok sevileceğinden de.. onu terkedeceğimi de bilmiyor, yolunu kaybetmiş küçük bir çocuk gibi ona döneceğimi de.. birlikte büyürken karşımıza çıkan her dertle ustalıkla baş edeceğiz onunla, ve yıllar sonra bir gün anacağız bütün olan biteni. yaşadığımız sayısız mutlu günümüz olacak ayrıca, bazılarını unutacağız istemsiz, ama hafızamıza kazınan 'ilk'lerimiz olacak her defasında bizi tekrar yaşıyormuşcasına mutlu eden.
-saçmalama hadi yürü allah aşkına!
-görürsün bak, demedi deme..!
....
bazen bilirsiniz olmanız gereken kişinin 'o' olduğunu, daha onu hiç tanımadan, sadece 'o'nu görmeniz yeter bir hayatın gözünüzün önünden akıp gitmesine, ve yaşamak istediğiniz hayatın 'o' olduğunu farketmenize..
o bunları bilmese bile, siz bilirsiniz, birbirinize aitsiniz!
o adam sizin yanınızda uyumalı her gece, ve sabah olduğunda, bir aralık uyandığınızda, eğer ayrı düşmüşseniz birbirinizden, yanaşmalı ona ve bir tebessümle uyuyakalmalısınız yeniden. onun yaptığı bir şeye gülerken, gözlerinizin içi aydınlanmalı, ve siz ona her şeberdiğinizde o hiç kıyamamalı. sevginiz kadar sevdiğiniz diğer şey kavgaya tutuştuğunuz anlar olmalı, ortalığa saçılan tutkunuzu ve aşkınızı toplarken, bir kahkaha almalı ikinizi... daha nice güzellikler paylaşmalısınız, birlikte bir hayatın ucundan tutmalısınız..
ama işte bazen 'o' farkına dahi varmaz tüm olan bitenin, sizin hayal kahramanınız olduğundan bir haber yaşamaktadır. ama sizi durdurmaz bu farkındasızlık, yine de değişmez ona olan bakışınız, her defasında onca kalabalığın içinde, bir onu görür gözünüz, hemende bulur zorluk çekmeden, çok aranmadan. içten içe dilersiniz hayatının bir köşesinde olmayı, oturduğunuz köşeden izlemek yerine onun hayatını.. ama korkarsınız, kolay değildir zaten adım atmak yaşayabileceğiniz hayal kırıklıkları ve yine incinme tehlikesini düşündüğünüzde, fakat aldığınız hangi darbe ölümcül gelmedi ki size zamanında? atlattıktan sonra o yüzden demediniz mi kendinize 'bunu da aştım ya, daha da bişey yakmaz canımı' diye.
hayat dediğin bugün var yarın yok, bazen istediğiniz şeyler için, savaşmanız gerekir, orada duran adamı gidip oradan almanız gerekir. bazen çılgınlıklarınız size hayatınızın armağanını sunabilir.
sizin olanı, başkasına yar etmeyin, çünkü o sizin olduğu kadar sizde onunsunuz. gidin yaşayın içinizde kalanları, sonu kötü de bitse, unutmayın bunu da aşarsınız!
forever autumn- moody blues
21 Ekim 2011 Cuma
büyümek..
''elbet acı duyar tomurcuklar açarken..
acı duyar..
büyürken her şey zorlanır..''
...
büyüyor insan.. ya da bazen büyümek zorunda kalıyor.. hayat hep güzellikler sunmuyor çünkü, ikilemde bırakıyor, bir tercih yaptırıp, bir kaybediş yaşatıyor insana..
büyüyor insan, yeni şeyler öğreniyor, eski doğrularını günün birinde hataları olarak değerlendiriyor..
her canı yandığında, ister büyüdüğü için olsun, ister sevdiği için, yeni bir duvar örüyor kendisi bile farkında olmadan.. küsmüyor hayata, güveniyor yine, seviyor tekrar, ama hep bir şeylerin arkasından yaşıyor hayatı.. içinden bağrıp çağırmak geçerken, susmayı yeğliyor, karşısındaki hata yaptığında dünyaları yıkmaktansa, hatasını farketmesini bekliyor, seni seviyorum diye haykırıyor ama duvarın diğer tarafındakine sesi gitmiyor..
duvarların arkasında yaşamaya öylesine alışıyor ki, bir gün cesareti kırılmış buluyor kendini, gitmeye korktuğu gibi gel demeye de cesaret edemiyor.. büyümek bazen ağır geliyor, bazen insanı duvarların arkasına hapsederken, bazen de o duvarların altında kalmış enkaz haline getiriyor..
fakat asıl büyümek, tüm bunları görmeye başlayınca gerçekleşiyor..
havasız kalan bir odanın içinde durmak gibi aynı, o odada saatlerce oturduktan sonra, dışarı bir kez çıktın mı, odaya girdiğinde havasızlığın seni boğması gibi, koşup pencereye camı açman gibi.. bir kere farkedince ne yaptığını, kendini hapsettiğin yeri, eline balyozu alıp kendin yıkıyorsun duvarlarını..
pişman olmak değilde, hatalarını gördüğünde büyüyor insan gerçekten.. kabullenebildiğinde yanlışlarını, aynadaki suretine daha güçlü gözlerle bakar hale geliyor, kendine gülümseyebiliyor..
hata yapmaktan korkmamayı biliyor büyüyenler, pişman olmak gibi bir kavram olmuyor onlar için, çünkü geldikleri yerde olmalarının sebebi, o ana dek yaşadıkları..
aynı yoldan defalarca geçmek ürkütmesin sizi, aynı şarkıyı defalarca dinlemek nasıl sıkmazsa, nasıl her defasında farklı bir tınının farkına varırsa kulaklarınız, aynı filmi her izlediğinizde, gözünüze nasıl bir ayrıntı takılırsa her defasında, hayatta da bazen aynı şeyi yaşayıp çok farklı tadlar alırsınız, ve bir gün gelir, o yol en sevdiğiniz yol olur, o şarkıyı tekrar dinlediğinizde müziği yaşarsınız adeta ve o filmin içinde bulursunuz kendinizi birden, mutlu sona giderken..
kaybedecek tek şey, cesaret edemediklerimizdir, ve yaşayamadıklarınız büyümekten de çok yakar canınızı..
hatalı, acılı ama 'iyi ki'li büyümeler hepinize..
another day in paradise
17 Ekim 2011 Pazartesi
tek atımlık bir kurşun mu yoksa aşk?
- hep aşık oldular sana, çokça..
-öyleyse neden hep çok incittiler en sonunda?
-sen neden incittiysen tek aşkını o denli, onlarda o yüzden üzdüler seni..
-aşk bir kere mi bu hayatta?
-cevabını hissetmiyor musun? içinde tek bir kişiye yer var hala, çabaların boşuna..
sahi aşk yalnızca bir defa mı geliyor başımıza? geri kalanlar onun yansıması mı oluyor bu hayatta?
sonraki aşklarımız içlerinde hep 'ilk aşkımızdan' bir şeyler mi barındırıyor yoksa? biz her seferinde aynı insanın bir parçasına mı aşık oluyoruz aslında?
unutulmuş aşklar var mı dünyada? aşık adam unutmayı ister mi ya da?
hani size bi gece yarısı gelen sevgiliye sımsıkı sarılırsınızda kokusu siner ya üstünüze, işte aşık olduğunuzda da teninize işler o insana duyduğunuz sevgi, hücrelerinize kadar işler. nasıl mı anlarsınız bunu, basit.
canınızı en çok yakan insan o olmasına rağmen, gördüğünüz zaman onu, karşınızda sadece o vardır. geri kalan bütün resimler, konuşmalar silinir, onu görür gözünüz, onu işitir kulağınız..
ve de içinizde zerre kızgınlık, kırgınlık bulunmaz. sizin gözünüzde bir ömür boyu değişmez o, hala yakışıklıdır, hala güzeldir, hala bu dünyadaki herkesten daha çok sevilmeye layıktır. yaşınız kaç olursa olsun, onu gördüğünüzde, onun çekiminden alamazsınız kendinizi.
unutabilir misiniz bilemem, ama siz her unutmaya çalıştığınızda, vücudunuza giren mikropla savaşan akyuvarlar gibi karşı çıkar benliğiniz, en özel, en güzel hatıralarınızı sunar önünüze..susarsınız, kendinize bile itiraf etmezsiniz, korkarsınız çünkü bu gerçekten içten içe.. korkarsınız her gece aynı insanı düşünerek başka biriyle uyuma ihtimalinizden.. çok defa içinizden geçer koşup gitmek, ben geldim demek, ama hep aksi yöne giderken bulursunuz kendinizi.. cesaretiniz kırılmıştır, canınıza tak etmiştir, inat etmişsinizdir, kendinize bundan böyle sizi mutlu edecek biriyle olma sözü vermişsinizdir, fakat çokca zaman sonra farkedersiniz 'o'nun size yaşattığı en büyük acı bile, birbaşkasının verebileceği en büyük mutluluktan daha değerli, daha güzeldir..
peki tüm bunlara rağmen, gerçeği adınız gibi bildiğiniz halde neden hala yerlerinizde duruyorsunuz?
doğru diyorsunuz, her şeyin bir zamanı var..
dikkat edinde zaman 'herşeyinizi' çalmasın..
why does my heart feel so bad?
-öyleyse neden hep çok incittiler en sonunda?
-sen neden incittiysen tek aşkını o denli, onlarda o yüzden üzdüler seni..
-aşk bir kere mi bu hayatta?
-cevabını hissetmiyor musun? içinde tek bir kişiye yer var hala, çabaların boşuna..
sahi aşk yalnızca bir defa mı geliyor başımıza? geri kalanlar onun yansıması mı oluyor bu hayatta?
sonraki aşklarımız içlerinde hep 'ilk aşkımızdan' bir şeyler mi barındırıyor yoksa? biz her seferinde aynı insanın bir parçasına mı aşık oluyoruz aslında?
unutulmuş aşklar var mı dünyada? aşık adam unutmayı ister mi ya da?
hani size bi gece yarısı gelen sevgiliye sımsıkı sarılırsınızda kokusu siner ya üstünüze, işte aşık olduğunuzda da teninize işler o insana duyduğunuz sevgi, hücrelerinize kadar işler. nasıl mı anlarsınız bunu, basit.
canınızı en çok yakan insan o olmasına rağmen, gördüğünüz zaman onu, karşınızda sadece o vardır. geri kalan bütün resimler, konuşmalar silinir, onu görür gözünüz, onu işitir kulağınız..
ve de içinizde zerre kızgınlık, kırgınlık bulunmaz. sizin gözünüzde bir ömür boyu değişmez o, hala yakışıklıdır, hala güzeldir, hala bu dünyadaki herkesten daha çok sevilmeye layıktır. yaşınız kaç olursa olsun, onu gördüğünüzde, onun çekiminden alamazsınız kendinizi.
unutabilir misiniz bilemem, ama siz her unutmaya çalıştığınızda, vücudunuza giren mikropla savaşan akyuvarlar gibi karşı çıkar benliğiniz, en özel, en güzel hatıralarınızı sunar önünüze..susarsınız, kendinize bile itiraf etmezsiniz, korkarsınız çünkü bu gerçekten içten içe.. korkarsınız her gece aynı insanı düşünerek başka biriyle uyuma ihtimalinizden.. çok defa içinizden geçer koşup gitmek, ben geldim demek, ama hep aksi yöne giderken bulursunuz kendinizi.. cesaretiniz kırılmıştır, canınıza tak etmiştir, inat etmişsinizdir, kendinize bundan böyle sizi mutlu edecek biriyle olma sözü vermişsinizdir, fakat çokca zaman sonra farkedersiniz 'o'nun size yaşattığı en büyük acı bile, birbaşkasının verebileceği en büyük mutluluktan daha değerli, daha güzeldir..
peki tüm bunlara rağmen, gerçeği adınız gibi bildiğiniz halde neden hala yerlerinizde duruyorsunuz?
doğru diyorsunuz, her şeyin bir zamanı var..
dikkat edinde zaman 'herşeyinizi' çalmasın..
why does my heart feel so bad?
14 Ekim 2011 Cuma
zamansız'
sizin hiç çok erken bulduğunuz 'biri' oldu mu?
siz hiç henüz zamanı gelmemişken 'birini' sevdiniz mi?
geç kalınmıştan beterdir 'erken' bulunmuş aşklar, hep yanlış yaşanırlar, fakına hep sonradan varılırlar..
öyle bir dünya ki bu, herkes birbirini birilerine hazırlamakta, birbirlerini büyütmekte insanlar, bir öncekinde yaptıkları hataları, bir sonrakinde yaşamamaktalar.. tıpkı anne babaların ilk çocuklarını yetiştirirken yaptıkları yanlışları, ikincisinde tekrarlamamaları gibi.. büyük çocuğun her zorluğu, her kısıtlamayı, her cezayı çekip de, küçüğünün her türlü şımarıklığına, isteğine ses çıkarılmaması gibi..
her neyse..
bazen erken bulunan aşklar çarçur olup giderler, oysa bir sonraki o olsa belki de sonsuza kadar mutlu yaşarlar..
kıymeti anlaşıldığında bir erken aşkın, hayatınızın sonuna kadar yanınızda olsun istediğiniz kişinin 'o' olduğunu anladığınızda yani, çoğu zaman çok geç kalınmış olunur. ya gurur derler adına, ya 'artık olmaz', ya 'geçen zaman zarfında yaşananları hazmedemeyeceklerini' söylerler, ya da en basitinden 'unuttum ki..' derler.. sebep ne olursa olsun, birlikte olması gereken iki insan, birbirlerinden ayrı ölür, bir yaşamı 'yaşayamadan', yalnızca 'tüketerek' giderler..
araya giren zamana rağmen, yine de birbirlerini bulanlar ise, yani birbirlerine ait olduklarını anlayanlar, ve zamanı geldiğinde, hiç ses çıkarmadan, yeniden birbirine kavuşanlar, yeniden 'yaşamaya' başlayanlar..
en büyük şanstır onların başına gelen, birbirlerini 'yaşarlar' bi hayat boyu, ve ölüm değil, ayrı kalmak korkutur yalnızca onları.. bu yüzden kıymeti bilinmelidir..
zamansız aşklarınızın kıymetini zamanında anlamanız umuduyla..
bir başka aşk
siz hiç henüz zamanı gelmemişken 'birini' sevdiniz mi?
geç kalınmıştan beterdir 'erken' bulunmuş aşklar, hep yanlış yaşanırlar, fakına hep sonradan varılırlar..
öyle bir dünya ki bu, herkes birbirini birilerine hazırlamakta, birbirlerini büyütmekte insanlar, bir öncekinde yaptıkları hataları, bir sonrakinde yaşamamaktalar.. tıpkı anne babaların ilk çocuklarını yetiştirirken yaptıkları yanlışları, ikincisinde tekrarlamamaları gibi.. büyük çocuğun her zorluğu, her kısıtlamayı, her cezayı çekip de, küçüğünün her türlü şımarıklığına, isteğine ses çıkarılmaması gibi..
her neyse..
bazen erken bulunan aşklar çarçur olup giderler, oysa bir sonraki o olsa belki de sonsuza kadar mutlu yaşarlar..
kıymeti anlaşıldığında bir erken aşkın, hayatınızın sonuna kadar yanınızda olsun istediğiniz kişinin 'o' olduğunu anladığınızda yani, çoğu zaman çok geç kalınmış olunur. ya gurur derler adına, ya 'artık olmaz', ya 'geçen zaman zarfında yaşananları hazmedemeyeceklerini' söylerler, ya da en basitinden 'unuttum ki..' derler.. sebep ne olursa olsun, birlikte olması gereken iki insan, birbirlerinden ayrı ölür, bir yaşamı 'yaşayamadan', yalnızca 'tüketerek' giderler..
araya giren zamana rağmen, yine de birbirlerini bulanlar ise, yani birbirlerine ait olduklarını anlayanlar, ve zamanı geldiğinde, hiç ses çıkarmadan, yeniden birbirine kavuşanlar, yeniden 'yaşamaya' başlayanlar..
en büyük şanstır onların başına gelen, birbirlerini 'yaşarlar' bi hayat boyu, ve ölüm değil, ayrı kalmak korkutur yalnızca onları.. bu yüzden kıymeti bilinmelidir..
zamansız aşklarınızın kıymetini zamanında anlamanız umuduyla..
bir başka aşk
8 Ekim 2011 Cumartesi
Uyursever
-Çok yorgun gözüküyorsun, ne oldu?
-Uyuyamıyorum son zamanlarda, ondandır..
-iyi ama niçin? Canını sıkan bir şey mi var?
-hayır uyuduğumda yakama yapışan bir aşk var, uyandığımda canımı yakmaya devam eden, ne öldüren ne yaşatan cinsten bir şey işte…
Gündüzleri zerre aklınıza gelmeyen, belki en son aylar önce gördüğünüz insanı rüyanızda görürsünüz bir gece, hiç ilgisi yokken. Oysa yatarken düşünmemişsinizdir bile onu, ama işte bir şekilde o yine size acı vermenin yolunu bulur, kendisi gitmiştir çoktan ama ismi ve hatıraları hala durmaktadır, hiç eskimeden, zerre eksilmeden, sizin bile bilmediğiniz bir yerlerde. Yıllar geçip gitse bile onlar dipdiri kalmayı başarırlar..
bu bir ‘bilinçaltı’ aşkıdır..
Hani şarkı der ya ‘bir sevmek bin defa ölmek demekmiş’ diye, bu bir ‘ bin defa ölüp de hiç ölmemekmiş’ halidir.. ertesi güne gözünüzü açtığınızda sanki daha dün terk edilmiş gibi canınızın yanmasıdır, gözünüzde kurumuş yaşlarla uyanmaktır, hayata devam edebilmek için zorlandığınız zamanlardır..
Sanki siz onca şeyi aşmamışsınız gibi, sanki her şey başa sarmış gibi hissettir. ‘yaşıyoruz işte’ dersiniz, mutsuz değilsinizdir, ama mutlu da değilsinizdir.. hayır onu geri de istemezsiniz o an ‘çıkıp’ gelse, ama can bu, yanmak için ille fiziksel ya da ‘taze’ bir duygusal acı aramaz…
Uyanınca bir sorgulama hali alır benliğinizi, ‘oysa hiç aklımda yoktu’ dersiniz, oysa üstünden onca zaman ve insan geldi geçti, oysa çok da bir şey yaşamadık ki.. bir burukluk kaplar içinizi, aynada kendi suretinizi görür ve de ‘boşver be ‘ dersiniz, tıpkı ilk zamanlarda günde 5 kere kendinize öğütlediğiniz gibi, boşver ...
Hayatınıza kaldığınız yerden devam edersiniz sonra, daha önce de başardığınız gibi…Ve en sonunda zaman zaman sizi uykusuz bırakan ‘acı’ rüyalara bile alışırsınız, hatta sabah sorgusu bile yapmamaya başlarsınız…
Ama işte bazen öyle seversiniz ki, siz unutursunuz, bilinçaltınız unutmaz…
Tatlı rüyalar…
şarkısı:mutlu olmak varken
19 Eylül 2011 Pazartesi
bir kocam olsun benim..
bi kocam olsun benim..
öyle sıradan evlilikler gibi olmasın bizimki, hiç sıkılmayalım birbirimizden biz..
o eve her geldiğinde ilk işi gelip beni öpmek olsun, ve evden her çıkışında ben uğurlayayım onu..
her akşam yemek yapmayayım mesela ben, ama yaptığım zaman zevkle olsun, o tadıcak bunları diye 10 kat daha özeneyim. sofrayı o kursun, bulaşıkları ben temizleyeyim, makineye o dizsin. bütün bunlar olurken fonda neşeli şarkılar eşlik etsin bize, bizde sohbet edelim birbirimizle.
birbirimizin sohbetinden keyif duyup eğlenelim hep, ben arkadaşlarımla çıkınca dışarıya, gece eve gidince ona sarılmanın düşüncesi bir anda mutlu etsin beni, o dışarda gülerken 'keşke şimdi burda olsaydı' diye geçirsin içinden..
ben oğlumuz olsun, tıpkı ona benzesin, hayatımın iki erkeği olsun isteyeyim, o bi kızımız olsun istesin, tıpkı annesine çekmiş olanlardan.. ve çocuk muhabbeti her açıldığında , o çocukça bi kıskançlığa bürünsün, 'ya onu benden çok seversen' diye.
en yakın arkadaşı olalım birbirimizin, dertlerimizi paylaşalım sevinçlerimize ortak olduğumuz kadar.. en büyük zevkimiz bazı geceler izlediğimiz filmler olsun, en sevdiği şey benim film izlerken uyuyakalışım olsun.. kıyamasın sonra, film bitince hemen uyandırmasın.. ben ona yasladığımda sırtımı, tarifi mümkün olmayan bi güven sarsın benliğimi, işte bu adam diyim, yanımda olduğu müddetçe, her zorluğa göğüs gererim ben.. ve o ben ona her yaslandığımda, işte huzur bu desin, dudaklarına ufak bi tebessüm yayılsın.
birlikte çıktığımız tatiller hep sanki 20 yaşındaymışız hissi uyandırsın bizde, tekrar çocuk olalım. arkadaşlarımız olsun sonra, benimkileri sevdiği kadar seveyim onunkileri, ikimizde büyük keyif alalım onlarla zaman geçirmekten. ve sohbetin en şen şakrak yerinde göz göze gelelim birbirimizle, ikimizde içimizden şükredelim birbirimize..
bazen kafamıza essin, bi rakı sofrası kuralım, o balıkları kızartsın ben mezeleri hazırlayayım, açalım müzeyyen senarı zeki müreni, rakılarımızdan birer yudum alalım, benim yüzüm buruşsun rakının tadından, o bi kahkaha patlatsın bu manzaranın ardından.. görmek istediğimiz yerleri, gitmek istediğimiz şehirleri konuşalım, planlar yapalım.
bana kahvaltılar hazırlasın erken kalktığı sabahlar, ben her alışverişe çıktığımda ona da bir şeyler alayım muhakkak. almak için değil, 'bu onun olmalı' dediğim için.. en iyi o tanısın beni, ben canı sıkkın olduğunda neye ihtiyacı olduğunu bileyim. aşık olduğum adam o olduğu için Tanrıya her akşam teşekkür edeyim.
kavgalar da edelim arada, ama ne olursa olsun kıyamayalım birbirimize, ve yatağa girdiğimizde aramızda mesafeler olmasın, sağıma döndüğümde hep göz göze geleyim onunla. ona bir şey olması korkutsun beni bu hayatta en çok.. bazı geceler uyumasını seyredeyim, hep çok güzel uyusun o..
bir kocam olsun benim, kocasına aşık bir kadın olayım ben, gözlerim hep sevgiyle baksın, ve o bu sevgiyi hep haketsin..
lemon tree olcakmış bunun şarkısı
öyle sıradan evlilikler gibi olmasın bizimki, hiç sıkılmayalım birbirimizden biz..
o eve her geldiğinde ilk işi gelip beni öpmek olsun, ve evden her çıkışında ben uğurlayayım onu..
her akşam yemek yapmayayım mesela ben, ama yaptığım zaman zevkle olsun, o tadıcak bunları diye 10 kat daha özeneyim. sofrayı o kursun, bulaşıkları ben temizleyeyim, makineye o dizsin. bütün bunlar olurken fonda neşeli şarkılar eşlik etsin bize, bizde sohbet edelim birbirimizle.
birbirimizin sohbetinden keyif duyup eğlenelim hep, ben arkadaşlarımla çıkınca dışarıya, gece eve gidince ona sarılmanın düşüncesi bir anda mutlu etsin beni, o dışarda gülerken 'keşke şimdi burda olsaydı' diye geçirsin içinden..
ben oğlumuz olsun, tıpkı ona benzesin, hayatımın iki erkeği olsun isteyeyim, o bi kızımız olsun istesin, tıpkı annesine çekmiş olanlardan.. ve çocuk muhabbeti her açıldığında , o çocukça bi kıskançlığa bürünsün, 'ya onu benden çok seversen' diye.
en yakın arkadaşı olalım birbirimizin, dertlerimizi paylaşalım sevinçlerimize ortak olduğumuz kadar.. en büyük zevkimiz bazı geceler izlediğimiz filmler olsun, en sevdiği şey benim film izlerken uyuyakalışım olsun.. kıyamasın sonra, film bitince hemen uyandırmasın.. ben ona yasladığımda sırtımı, tarifi mümkün olmayan bi güven sarsın benliğimi, işte bu adam diyim, yanımda olduğu müddetçe, her zorluğa göğüs gererim ben.. ve o ben ona her yaslandığımda, işte huzur bu desin, dudaklarına ufak bi tebessüm yayılsın.
birlikte çıktığımız tatiller hep sanki 20 yaşındaymışız hissi uyandırsın bizde, tekrar çocuk olalım. arkadaşlarımız olsun sonra, benimkileri sevdiği kadar seveyim onunkileri, ikimizde büyük keyif alalım onlarla zaman geçirmekten. ve sohbetin en şen şakrak yerinde göz göze gelelim birbirimizle, ikimizde içimizden şükredelim birbirimize..
bazen kafamıza essin, bi rakı sofrası kuralım, o balıkları kızartsın ben mezeleri hazırlayayım, açalım müzeyyen senarı zeki müreni, rakılarımızdan birer yudum alalım, benim yüzüm buruşsun rakının tadından, o bi kahkaha patlatsın bu manzaranın ardından.. görmek istediğimiz yerleri, gitmek istediğimiz şehirleri konuşalım, planlar yapalım.
bana kahvaltılar hazırlasın erken kalktığı sabahlar, ben her alışverişe çıktığımda ona da bir şeyler alayım muhakkak. almak için değil, 'bu onun olmalı' dediğim için.. en iyi o tanısın beni, ben canı sıkkın olduğunda neye ihtiyacı olduğunu bileyim. aşık olduğum adam o olduğu için Tanrıya her akşam teşekkür edeyim.
kavgalar da edelim arada, ama ne olursa olsun kıyamayalım birbirimize, ve yatağa girdiğimizde aramızda mesafeler olmasın, sağıma döndüğümde hep göz göze geleyim onunla. ona bir şey olması korkutsun beni bu hayatta en çok.. bazı geceler uyumasını seyredeyim, hep çok güzel uyusun o..
bir kocam olsun benim, kocasına aşık bir kadın olayım ben, gözlerim hep sevgiyle baksın, ve o bu sevgiyi hep haketsin..
lemon tree olcakmış bunun şarkısı
5 Eylül 2011 Pazartesi
başkası yazmış..
Bugün bir şarkıda buldum seni, ‘sen’li anılarda buldum kendimi..
sen uyuyorsun hemen yanımda, ben iki üç satır bir şeyler yazmaktayım yine..
senin için yazmaktayım ama, varlığına şükür mahiyetinde.. yazdırtan sensin çünkü, sen uyumadan çok değil bir saat önce bir şey fark ediyorum..
seni çok iyi tanıyorum ben, sen konuşuyorsun karşımda, şimdi bunu vurgulayacak diyorum, bana şimdi şunu anlatacak, şimdi sarılmalıyım ona, bana her zamankinden daha çok ihtiyacı var tam şu anda. Karşında şımarınca bana vereceğin tepkiden eminim ben, ve biliyorum ne yaparsam ‘beni öpmek geçer içinden’..
seni üzen herkesi yakıp yıkmak geçiyor içimden, sen o kötü zamanları bana bir bir anlatırken.. dünya dolusu hayal kuruyorum sonra, içinde senin deli gibi mutlu olduğun..
bi akşam üstü diyorum, anacağız bütün olan biteni, kahkahayla karışık hüzünler yaşayacağız belki.. ama mutlu olacağız işin sonunda, hatta çok mutlu..
neden sonra, birde bakıyorum yoksun.. hayatından çıkmışım ve farkında bile değilsin sen. O ana kadar canımı en çok sen yakmışsın, ve farkına varıyorum ben.. sonra hep kaçıyorum senden, çünkü bilirsin kin tutamam ben.. seni hep affedişim bu yüzden..
ve bazen öyle yanıyor ki şu insan denen mahlukatın canı, korkaklaşıyor acısı yüzünden. Sevmeye korkuyor, güvenmeye korkuyor, hatta mutlu olmaya bile korkabiliyor, elimden alırlarsa tekrar bin beterini yaşarım diye..
kendimi yorgun hissederken buluyorum sonra.. seni affetmekten, senin yüzünden geçirdiğim uyur uyanık gecelerden, sandığımdan da fazla yorulmuşum ben.. affetmek istemiyorum sırf bu yüzden artık seni, o yüzden hiç ses çıkarmadan gidiyorum usulca.. biliyorum çünkü konuşsam karşında, affedeceğim hesapsızca..
ne de olsa hayat devam ediyor, ne de olsa en büyük acılarla bile yaşamayı öğreniyor insan, bende yaşarım yine mutlu olurum elbet diyorum, ama işte biraz zaman alıyor yeniden başlamak.. hayat dediğinde sürekli başa saran bir film değil mi nasıl olsa.. fakat mecali kalmıyor insanın 'play'e tekrar basmaya..
her şeyi geçtim de, en çok şu gerçek kahrediyor beni;
ölümsüzsün sen şimdi.. beni öldürdüğün yetmezmiş gibi..
1 Eylül 2011 Perşembe
yazarlar yazar bazen..
-nasıl yani, yaptığı onca şeyden sonra, seni böylesine üzmesine rağmen, hiç mi kızmıyor, hiç mi nefret etmiyorsun ondan?
- bana aşkı göstermiş, beni bir an için bile olsa dünyanın en mutlu insanı yapmış, benim için hayatın ışığını değiştirmiş bir adamdan nasıl nefret edebilirim ki? bunu yaparsam yaşadıklarımın hiç bir değeri yok demektir.. ona sadece minnet duyabilir, ve ruhuma dokunup, hayatı mükemmelleştirdiği için teşekkür edebilirim..
-mutlu musun peki?
-içimde o varken, her bir hücrem hala ona aitken, nasıl mutsuz olabilirim ki..
-ahh, kaybettiğin zamana yanacaksın bir gün, hemde beşpara etmez bi...!
-hayır hayatım, benim için çok başka bir hayat var şimdi, ve onu sevmek üzmüyor yakmıyor canımı.aksine büyütüyor beni.. ve benim için üzülmekten vazgeç, aşkı tadamamış, yaşayamamış milyonlarca insan var, ben bu hayattaki en harika afyonu tattım. benim için sevin..
ben buraya şarkı koydum çocuklar..
- bana aşkı göstermiş, beni bir an için bile olsa dünyanın en mutlu insanı yapmış, benim için hayatın ışığını değiştirmiş bir adamdan nasıl nefret edebilirim ki? bunu yaparsam yaşadıklarımın hiç bir değeri yok demektir.. ona sadece minnet duyabilir, ve ruhuma dokunup, hayatı mükemmelleştirdiği için teşekkür edebilirim..
-mutlu musun peki?
-içimde o varken, her bir hücrem hala ona aitken, nasıl mutsuz olabilirim ki..
-ahh, kaybettiğin zamana yanacaksın bir gün, hemde beşpara etmez bi...!
-hayır hayatım, benim için çok başka bir hayat var şimdi, ve onu sevmek üzmüyor yakmıyor canımı.aksine büyütüyor beni.. ve benim için üzülmekten vazgeç, aşkı tadamamış, yaşayamamış milyonlarca insan var, ben bu hayattaki en harika afyonu tattım. benim için sevin..
ben buraya şarkı koydum çocuklar..
10 Temmuz 2011 Pazar
bi şiir var aklımda, çok sevdiğim..
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Sevgilim.
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim.
15 Haziran 2011 Çarşamba
bir ömür yetmez..
La Rosa E La Pietra
herkesin hayatında ailesinden bir parça haline gelen dostları vardır.ferzan özpetek'in yönettiği bu içten italyan filminde de bir aile haline gelmiş dostları görüyor insan.ne olursa olsun birbirlerini affedişleriyle, birbirlerinin her yönlerini bilmeleriyle ve birbirlerini çok iyi tanımalarıyla, o neşe içinde yedikleri yemeklerle insanı arkadaşlıklarına ve yaşantılarına özendirmeden bırakmıyor.filmde birden bire karşınıza çıkan türkçe şarkılar ise size garip bir haz veriyor.
film aynı zamanda beklenmedik bir anda gelen bir beyin kanaması ile size ölümü düşündürüyor.ölümün yakınlığını ve yakıcılığını bir anda görüyor insan. ailenizden biri gibi sevdiğiniz bir insanın aniden yanınızdan ayrıldığını düşünmeye sürüklüyor, artık aranızda olamayacağı gerçeğinin soğukluğunu iliklerinize kadar hissettiriyor.
ve ölümün üstesinden yine ve sadece dostlarınızla gelebileceğinizi gözler önüne seriyor..
ferzan özpetek' in yönetmenliği ise türkler için bir gurur kaynağı.. eğer klasik hollywood yapımlarından sıkıldıysanız, izlerken keyif duyacağınız bir film 'Bir Ömür Yetmez'..
iyi seyirler..
22 Nisan 2011 Cuma
merhaba Dilara, sen bugün 20 oldun!

her neyse, insanın doğum günleri önemlidir, çünkü insan en çok o gün anlar ne kadar sevildiğini ve hatırlandığını, insan en çok doğum günü mesajlarına sevinir, varolduğu için ona söylenen o güzel iki kelime her şeye bedeldir.
hediyede güzeldir tabi ama, ben nedense hep kutlamalarına sevinmişimdir, öylesi daha zengin hissettirdiğinden sanırım.
20 oldum ama sanki 60 olmuşum gibi çocukluğumu düşünmeden edemiyorum;
mahallede yapılan çift kale maçları, 9aylık oynamaları, bisikletle deli gibi tur atmaları, çeşitli akrobasi hareketlerine kalkışmaları, düşüşlerimi, canım deli gibi yansa da serde 'erkeklik' varmışçasına gözümden bir damla yaş akıtmama çabalarımı, tarkanın bütün şarkılarında kendimce klip çekmelerimi, yıldız tilbeden nefret edişimi, o kısacık kestirdiğim saçlarımı (ki duştan çıktığım an kururdu, hatta sanırım ben duştayken kuruyordu:S ), kuzenimle ağaçtan kopardığımız turunçla dedemin tenis raketini alıp tenis oynama çabalarımızı, basket oynama hevesimi, bazı erkek arkadaşlarımı dövmemi (üzgünüm bunun için :( ), o inanılmaz hayal gücümü, kendime uzay gemisi inşa etmelerimi, tasoda mahalledeki diğer çocukları ütüşümü, çikolata aldığımda kasiyere bütün para verip, üstünü 1den çok para şeklinde aldığım için kendimi kârda hissedişimi, daha çok param oldu diye çılgınlar gibi sevinişimi, ilkokulun ilk günü sınıf arkadaşlarım daha dün annemizi söylerken, uyuyakalışımı, ilk dişim çıktığında ilkokul hocamın ağzımda sakız var sanıp bana kızmasını, benim de o korkuyla o dişi yutmamı, koşmalarımı, merdivenin son 5basamağını atlamalarımı, düşmelerimi, kalkmalarımı, babamın tepesine çıkıp annemin kucağında uyumalarımı, ve daha nicesini yaşım kaç olursa olsun unutmam umarım..
çocukluğum bu şekilde geçmeseydi, şu anki benden eser olmazdı belki de..her ne kadar bazı akrabalarım endişe duysa da durumdan, ben son derece memnundum halimden.
biliyorum bir daha çocuk olmak mümkün değil, bu yazıyı yazdım çünkü istedim ki, 30uma geldiğimde, ve bu yazıyı okuduğumda olurda unutmuşsam bu anıları, tekrardan hatırlayayım, o an mutsuz bile olsam(malum 30 olmuşum artık) bu anılar gülümsetsin beni..
kutlayan herkese de çok teşekkür ederim, hayatımda olan herkes, iyi ki var :)
KENDİME NOT: an itibariyle hayatına giren kimse için pişman değilsin, 30nda da olmazsın inşallah benim küçük dilaracığım, 20li yaşların kıymetini de bilmelisin ayrıca, bilmezsen ağzını burnunu kırarım!
iyi ki doğdun bir dee:))
bu da şarkısı olsun yazının, herkes kendine yeter, güçlü olsun insanlar!
18 Nisan 2011 Pazartesi
sizi siz yapan!
siz hiç hayatınızın farklı versiyonlarını düşündünüz mü?
yaptığınız bir tercihin farklı olması sizi şimdiki 'siz'den ne kadar farklı kılardı hesap ettiniz mi?
siz hiç hayatımızın rotasını çizen şeyin bazen sadece kısacık bir andan ibaret olan 'kararlarımız' olduğuna inandınız mı?
elbet olmuştur sizinde pişmanlıklarınız, kendinizle iç hesaplaşmalarınız, o 'an'a gidip de tercihinizi değiştirmek için her şeyinizi verebileceğiniz 'hata'larınız. elbet üzülmüşsünüzdür gecelerce, ve insanlar size 'olacağı varmış', 'kader', 'yazılandan öteye geçilmiyor işte', 'senin suçun değildi' dediğinde bu sözlere inanmak ve kendinizi affedebilmek için çok çabalamışsınızdır.
eğer diğer yolu seçseydiniz ne olacağını, çoğu mutsuz anınızda hayal etmişsinizdir.bir yanlış daha az yapsaydınız sizi bekleyen geleceği; zaten çıkmaz deyip boşverdiğiniz o konunun hayatınızı ne denli değiştirebileceğini; o son sınava 2 dakikanızı daha ayırsaydınız şimdi sahip olabileceğiniz işi; o mekandan 5 dakika sonra çıksaydınız tanışabileceğiniz o insanı; 3saniye önce kafanızı çevirseydiniz şimdi sağlıklı olup olamayacağınızı; o son sözü söylemeseydiniz dostunuzu yitirip yitirmeyeceğinizi; sonra ararım diye ertelemeseydiniz ona onu sevdiğinizi son defa söyleme fırsatı bulup bulamayacağınızı; inat edip türlü oyunlar oynamak yerine doğrudan söyleyebilseydiniz aşkınızı, onun sizi seçip seçmeyeceğini; kalmak yerine gitmeyi seçebilseydiniz o macerayı yaşadığınız için kendinizi şanslı sayıp saymayacağınızı; sevmemeniz gerektiğini bildiğiniz o adam için zamanında 'mantığınızı' seçmiş olsaydınız şu an ne kadar mutlu olabileceğinizi; o her şeyden vazgeçtiğiniz aşkınızı bir kalemde silip atmasaydınız, yıllarca o adamı başkalarında bulmaya çalışmak yerine o adamla bir ömrü paylaşıp paylaşamayacağınızı; 30 yıl önce cesaret edemediğiniz aşkınızın peşinden gidebilseydiniz şimdi hayatın neresinde olabileceğinizi elbet merak etmişsinizdir . . .
hayat insana çoğu zaman cömert davranmıyor, tercihlerin aynı zamanda birer kaybediş olduğunu bazen çok acı bir şekilde insanın yüzüne vuruyor. ve tercihleriniz için bir takım bedeller ödetiyor, bazen sonunda mutlu edip huzur veriyor, bazense sadece derin bir sızıdan ibaret oluyor..
hiç önemsemediğiniz küçücük bir an, bütün hayatınızı değiştirmeye yetebiliyor bazen..
bu da şarkısı olsun bu yazının..
26 Şubat 2011 Cumartesi
hastayız hepimiz..
dinle bak bişi var burda
çocukluğunda okulu hiç sevmeyenlerdendim ben, hala sevdiğim çok söylenemez ama her neyse..
okula gitmeyi hiç istemezdim, zaten marazlı bişeydim zırt pırt hasta olurdum, annem de gitmesin derdi, anneme sevgim tavan yapardı tam o anda.
tabi 1900lerin başı değildi ki hastalıklar uzun sürsün, ilaçla tedavi bulunmuştu ve malesef tadını en sevmediğim şeyler en iyi gelecek ilaçlardı hep, ağzım kadar ilaç yutar sonra da midemde gel gitler yaşar, 'kuscaamm yaaaaaa!' diye tepinir, kusarsam iyileşemeyeceğimi bildiğimden hemen çekmeceli çikolatamdan bir adet alıp ağzıma atardım.
hep ikilemde kalırdım ama, yaşadığım o hastalık hali beni benden alır hayattan soğutur ' allahım sen beni şimdi iyileştir, bu son bak, bi daha hiç hastalanmıcam' diye pazarlığa oturur, arkadaşlarım okuldayken istediğim gibi televizyon izleyebildiğim ve de sıkılmadığım için içten içe hastalanmama şükreder ve de inşallah daha, iyi olmama vardır diye tekrar açardım ellerimi havaya..
insan bünyesi büyüdükçe güçleniyormuş sanırım, artık hiç hasta olmuyorum, zaten hastalanıp okulu kırarsam, televizyonda ne çılgın bedişi bulabiliyorum, ne tsubasayı, ne şirinleri..
zaten büyük insanlar öyle gripten nezleden çok etkilenmiyorlar, biliyorlar çünkü etkilenmiş gibi yapsalarda, işten/okuldan kaytarmaları onlara daha büyük kayıplar yaşatacak.
ama bir şey var ki benim çocukluğumdaki gibi yapıyor onları -aşk-, veremden beter bir aşk..
işin zor kısmı şurada, bu hastalığı yenmek de buna yenilmek de mümkün değil, bu hastalık hiç bitmiyor.
aşka hasta oluyor büyük büyük insanlar, sancıdan kıvranıyorlar, ayağa kalkamıyorlar, hatta bazı zamanlar sadece haşlanmış patatesle doyuruyorlar karınlarını, ama yine de bu hastalık bitsin istemiyorlar..
aşkı istiyorlar, heycanı, tutkuyu, geberseler bile bu uğurda yine de 'yaşadıklarını hissetmek için' rüzgara çırılçıplak çıkıyorlar.
buluyorlar, yatağa düşüyorlar, üzülüyorlar, sonra kalkıp devam ediyorlar.. bir döngüymüşçesine.
sonu yokmuşçasına..
dışardan bakanların anlam veremedikleri 'şiddet içeren ilişkiler' yaşayanlara vazgeçilmez geliyor bir yandan.
kavga ediyorlar, birbirlerini sözlerle yaralıyorlar ama yine de birbirleri olmadan yapamıyorlar, en çok da bunu seviyorlar.
birinden hoşlanıyorlar, o kişiye kendilerini gösterebilmek, arkadaş olabilmek için saygıdeğer yerlerini yırtıyorlar, başardıklarında deli gibi mutlu oluyorlar, ama eğer o kişiyi elde ederlerse vazgeçip gidiyorlar.
oysa ki 'bi o benim olsun, başka da bir şey istemem' diye çok söyleniyorlar..
içten içe asla elde etmemek istiyorlar..
birileri deli divane oluyor o büyüklere, burun kıvıra kıvıra tamam diyorlar, sonra 3gün önceki deli divane bugün suratına bakmaz olunca,o kocaman insanlar, aslında hiç umursamadıkları o insan için kendilerini yataklarda halsiz ve güçsüz bir halde buluyorlar.
içten içe 'zor'u istiyor büyükler, bu hastalıkla oyun oynuyorlar, bazen zor olup kaçıyorlar, bazen kolay olup mahvoluyorlar..
ve her yataklara düştüklerinde hastalıktan, koca koca insanlar, yeniden çocuk olmayı diliyorlar, tek dertlerinin başını kaçırdıkları çizgi film olmasını istiyorlar...
her neyse..hepimize,
geçmiş olsun...
çocukluğunda okulu hiç sevmeyenlerdendim ben, hala sevdiğim çok söylenemez ama her neyse..
okula gitmeyi hiç istemezdim, zaten marazlı bişeydim zırt pırt hasta olurdum, annem de gitmesin derdi, anneme sevgim tavan yapardı tam o anda.
tabi 1900lerin başı değildi ki hastalıklar uzun sürsün, ilaçla tedavi bulunmuştu ve malesef tadını en sevmediğim şeyler en iyi gelecek ilaçlardı hep, ağzım kadar ilaç yutar sonra da midemde gel gitler yaşar, 'kuscaamm yaaaaaa!' diye tepinir, kusarsam iyileşemeyeceğimi bildiğimden hemen çekmeceli çikolatamdan bir adet alıp ağzıma atardım.
hep ikilemde kalırdım ama, yaşadığım o hastalık hali beni benden alır hayattan soğutur ' allahım sen beni şimdi iyileştir, bu son bak, bi daha hiç hastalanmıcam' diye pazarlığa oturur, arkadaşlarım okuldayken istediğim gibi televizyon izleyebildiğim ve de sıkılmadığım için içten içe hastalanmama şükreder ve de inşallah daha, iyi olmama vardır diye tekrar açardım ellerimi havaya..
insan bünyesi büyüdükçe güçleniyormuş sanırım, artık hiç hasta olmuyorum, zaten hastalanıp okulu kırarsam, televizyonda ne çılgın bedişi bulabiliyorum, ne tsubasayı, ne şirinleri..
zaten büyük insanlar öyle gripten nezleden çok etkilenmiyorlar, biliyorlar çünkü etkilenmiş gibi yapsalarda, işten/okuldan kaytarmaları onlara daha büyük kayıplar yaşatacak.
ama bir şey var ki benim çocukluğumdaki gibi yapıyor onları -aşk-, veremden beter bir aşk..
işin zor kısmı şurada, bu hastalığı yenmek de buna yenilmek de mümkün değil, bu hastalık hiç bitmiyor.
aşka hasta oluyor büyük büyük insanlar, sancıdan kıvranıyorlar, ayağa kalkamıyorlar, hatta bazı zamanlar sadece haşlanmış patatesle doyuruyorlar karınlarını, ama yine de bu hastalık bitsin istemiyorlar..
aşkı istiyorlar, heycanı, tutkuyu, geberseler bile bu uğurda yine de 'yaşadıklarını hissetmek için' rüzgara çırılçıplak çıkıyorlar.
buluyorlar, yatağa düşüyorlar, üzülüyorlar, sonra kalkıp devam ediyorlar.. bir döngüymüşçesine.
sonu yokmuşçasına..

kavga ediyorlar, birbirlerini sözlerle yaralıyorlar ama yine de birbirleri olmadan yapamıyorlar, en çok da bunu seviyorlar.
birinden hoşlanıyorlar, o kişiye kendilerini gösterebilmek, arkadaş olabilmek için saygıdeğer yerlerini yırtıyorlar, başardıklarında deli gibi mutlu oluyorlar, ama eğer o kişiyi elde ederlerse vazgeçip gidiyorlar.
oysa ki 'bi o benim olsun, başka da bir şey istemem' diye çok söyleniyorlar..
içten içe asla elde etmemek istiyorlar..
birileri deli divane oluyor o büyüklere, burun kıvıra kıvıra tamam diyorlar, sonra 3gün önceki deli divane bugün suratına bakmaz olunca,o kocaman insanlar, aslında hiç umursamadıkları o insan için kendilerini yataklarda halsiz ve güçsüz bir halde buluyorlar.
içten içe 'zor'u istiyor büyükler, bu hastalıkla oyun oynuyorlar, bazen zor olup kaçıyorlar, bazen kolay olup mahvoluyorlar..
ve her yataklara düştüklerinde hastalıktan, koca koca insanlar, yeniden çocuk olmayı diliyorlar, tek dertlerinin başını kaçırdıkları çizgi film olmasını istiyorlar...
her neyse..hepimize,
geçmiş olsun...
16 Şubat 2011 Çarşamba
bu burda dursun bi.
No, I don't want to fall in love
[This love is only gonna break your heart]
With you
15 Şubat 2011 Salı
romantik!
-dinlersen diye-
Bir sevgililer gününü daha atlatmış bulunmaktayız, ağır romantizim ve mıçmıç ilişkilerden kaçan biri olarak, babaannemle geçirdiğim ilk sevgililer gününün sevinci içerisinde kaleme almaktayım bu yazıyı.
öyle işi büyütmeden gayet cool yaşadığım bu gün için de yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkürü borç bilirim.
her neyse sadede gelelim;
romantikliğin öldüğü bir devirde, bir zamanlar romantik olmama şu an tuhaf bir surat ifadesiyle baksamda yine de o devrin gerçekliğinden kaçamıyorum.
romantiklik bir sanattır, bir insana gerçekten beslediğin duyguları en tatlı kelimelerle söze dökmek kutsaldır, ama ne yazık ki romantiklik yalandır..
dün osmanın aşkından ölürken bugün hayrinin peşinden koştuğumuzu bi durup düşünürsek romantikliğin haybeye bir uğraş olduğunu da farkedeceğiz.
insanın moda girdiği durumlar olur, kızı ikna etmek istediği anlar; aldatmıştır, sevdiğine inandırmak ister(çok pis de sahici gözyaşı döker şerefsizler), kırmıştır hakaret etmiştir öküzlüğünü yine göstermiştir, gönlünü almak ister, kızı ekmiştir, hep aklında olduğuna inandırmak ister, azmıştır yatağa atmak ister..
çoğumuz biliriz ki romantik cümlelerin sonu çoğu zaman 'hıı oldu teşekkür ederim' le bitmez, bir öpücükle ya da daha fazlasıyla taçlandırılır, görev amacına başarıyla ulaşır.
ama zaten en büyük acıyı da bu romantiklik yüzünden yaşarız.
'orhan hani ben senin her şeyindim? o sürtüğe niye gittin?? hıçkk:'( '
'veli bana ayrılırsak ölürüm ben yaşayamam demiştin, ne oldu şimdi, yaşamak için gidiyorum da ne demek allahın belası!!'
'zeki senin en büyük ödülündüm ben, başına gelmiş en güzel şey, en vazgeçilmez mutluluğundum? nasıl mesajla ayrılmaya kalkarsın benden beni böylesine sevdiğini söylerken'
ve falan ve filan sürer gider bu hikayeler, hepimizin başına gelmiştir elbet çok sevildiğimizi sanarken terk edilmek!
işte bütün suç romantiklik denilen ipe sapa gelmez, 'an'ın atmosferiyle söylenmiş ve sadece 'an'lık olan sözlere kendimizi gereğinden fazla inandırmamızdan.
be salak sen sanıyor musun ki en paspal halin bile ona güzel gelecek, onca taş hatunun arasında gözleri senden başkasını görmeyecek, senin için dünyanın bir ucuna gidecek, aşkınız için her şeyini feda edecek?
sen sanıyorsun ki seni sevdiğinden kıskançlık krizine girip kavga çıkartıyor, sen sanıyorsun ki seni çocuk gibi sevdiğinden kaybetmekten öküz gibi korktuğundan, hayatındaki diğer erkeklere somurtuyor, hayatında tek erkek olmak istiyor, seni sahiplenmesi delicesine hoşuna gidiyor ya şimdi, diyorsun kendine böyle seven bulamam diye, romantik cümlelere boğup seni bağlıyor ya her defasında kendine..
aç gözünü hadi bir daha bak şöyle, seni hayalkırıklığına uğrattığı zamanları düşün, o romantik sözlerin kavga anında nasılda akıldan uçup gittiğini düşün, benim sevdiğim adam bu olamaz diye donakaldığını düşün, sevdiğinden değilde aslında hasta bir ruha sahip olduğundan yaptığı bütün kıskançlıkları düşün, o büyülü sözlerden kurtul kendine gel ve bak bakalım değer mi?
iki üç içi boş cümle uğruna iki gün sonra o kadar gözyaşı dökmeye değer mi?
yeni sevgilisiyle geçerken önünden, senin kafaları yemene, her şey yalanmış diye sanki hepsi senin suçunmuşçasına kendini paralamana değer mi?
emin ol ilk sana söylemedi o sözleri, emin ol son defa sana söylemeyecek, kendini yalanlara ne kadar inandırırsan kendine gelmen o kadar zaman alacak..ve sırf başkasının yüzünden, olan seni gerçekten sevenlere olacak..
sevgililer günün geçmiş olsun ;)
Bir sevgililer gününü daha atlatmış bulunmaktayız, ağır romantizim ve mıçmıç ilişkilerden kaçan biri olarak, babaannemle geçirdiğim ilk sevgililer gününün sevinci içerisinde kaleme almaktayım bu yazıyı.
öyle işi büyütmeden gayet cool yaşadığım bu gün için de yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkürü borç bilirim.
her neyse sadede gelelim;
romantikliğin öldüğü bir devirde, bir zamanlar romantik olmama şu an tuhaf bir surat ifadesiyle baksamda yine de o devrin gerçekliğinden kaçamıyorum.
romantiklik bir sanattır, bir insana gerçekten beslediğin duyguları en tatlı kelimelerle söze dökmek kutsaldır, ama ne yazık ki romantiklik yalandır..
dün osmanın aşkından ölürken bugün hayrinin peşinden koştuğumuzu bi durup düşünürsek romantikliğin haybeye bir uğraş olduğunu da farkedeceğiz.

çoğumuz biliriz ki romantik cümlelerin sonu çoğu zaman 'hıı oldu teşekkür ederim' le bitmez, bir öpücükle ya da daha fazlasıyla taçlandırılır, görev amacına başarıyla ulaşır.
ama zaten en büyük acıyı da bu romantiklik yüzünden yaşarız.
'orhan hani ben senin her şeyindim? o sürtüğe niye gittin?? hıçkk:'( '
'veli bana ayrılırsak ölürüm ben yaşayamam demiştin, ne oldu şimdi, yaşamak için gidiyorum da ne demek allahın belası!!'
'zeki senin en büyük ödülündüm ben, başına gelmiş en güzel şey, en vazgeçilmez mutluluğundum? nasıl mesajla ayrılmaya kalkarsın benden beni böylesine sevdiğini söylerken'
ve falan ve filan sürer gider bu hikayeler, hepimizin başına gelmiştir elbet çok sevildiğimizi sanarken terk edilmek!
işte bütün suç romantiklik denilen ipe sapa gelmez, 'an'ın atmosferiyle söylenmiş ve sadece 'an'lık olan sözlere kendimizi gereğinden fazla inandırmamızdan.
be salak sen sanıyor musun ki en paspal halin bile ona güzel gelecek, onca taş hatunun arasında gözleri senden başkasını görmeyecek, senin için dünyanın bir ucuna gidecek, aşkınız için her şeyini feda edecek?
sen sanıyorsun ki seni sevdiğinden kıskançlık krizine girip kavga çıkartıyor, sen sanıyorsun ki seni çocuk gibi sevdiğinden kaybetmekten öküz gibi korktuğundan, hayatındaki diğer erkeklere somurtuyor, hayatında tek erkek olmak istiyor, seni sahiplenmesi delicesine hoşuna gidiyor ya şimdi, diyorsun kendine böyle seven bulamam diye, romantik cümlelere boğup seni bağlıyor ya her defasında kendine..
aç gözünü hadi bir daha bak şöyle, seni hayalkırıklığına uğrattığı zamanları düşün, o romantik sözlerin kavga anında nasılda akıldan uçup gittiğini düşün, benim sevdiğim adam bu olamaz diye donakaldığını düşün, sevdiğinden değilde aslında hasta bir ruha sahip olduğundan yaptığı bütün kıskançlıkları düşün, o büyülü sözlerden kurtul kendine gel ve bak bakalım değer mi?
iki üç içi boş cümle uğruna iki gün sonra o kadar gözyaşı dökmeye değer mi?
yeni sevgilisiyle geçerken önünden, senin kafaları yemene, her şey yalanmış diye sanki hepsi senin suçunmuşçasına kendini paralamana değer mi?
emin ol ilk sana söylemedi o sözleri, emin ol son defa sana söylemeyecek, kendini yalanlara ne kadar inandırırsan kendine gelmen o kadar zaman alacak..ve sırf başkasının yüzünden, olan seni gerçekten sevenlere olacak..
sevgililer günün geçmiş olsun ;)
31 Ocak 2011 Pazartesi
beni öldürmeyen şey bana küfrettirir!
‘ Seni öldürmeyen şey güçlendirir ‘ der Nietzsche,
Bense siktir oradan Nietzsche diyorum, yanlış anlaşılmasın tavrım söze, yoksa bir düşünüre karşı saygısızlık etmem katiyen, ne de olsa düşünmüş o zamanında, insanlar için en zor olan eylemi gerçekleştirmiş bir bakıma.
Her neyse…
Bazen insanın canı o kadar acır ki, keşke ölsem şuracıkta der kendine, katlanmak zor gelir bir sonraki güne, bazen insan öyle günler yaşar ki, eve kapanır, kendi odasına kapanır, tek dileği saatlerce uyumak ve zamanın geçmesi olur. Çünkü soyut kavramlar somut acılara neden olur bazen.
Bu acıyı yaşayanlar bilirler, öldürmez evet, yine yaşarsın, hayatının kısa veya uzun bir dönemini bok gibi yaşarsın belki ama yaşarsın işte, Nietzsche’nin bilmediği şey şudur ki, bu acı güçlendirmez insanı, belki biraz tecrübe katar ve belki korkaklaştırır biraz, sevmekten korkar hale getirir insanı ama hepsi o kadar.
Her ilişki kendine özgüdür, bir öncekinin sana kattığı acıyı, bir sonrakinde de yaşama ihtimalin her daim mevcuttur, o yüzden sen sadece acıyı yaşadığınla kalırsın, sonra bi yerde okursun ‘seni öldürmeyen şey güçlendirir’ , yazının verdiği iki dakika süren gazla evet güçlüyüm dersin, üçüncü dakikada yine yerlerde bulursun kendini, acı güçlendirmez çünkü, acı yakar yıkar mahveder..
Ee nasıl mı üstesinden geleceksin bu durumun?
Kendinle geleceksin tabi ki de, acını çekecek, yerlerde sürünecek, yataklardan çıkamayacaksın, ta ki canına tak edene kadar!
Bir gün kendi çaresizliğinden tiksinip, kendine bakacak ve yeter artık diyeceksin, dışarıda kaçırdığın nice güzelliği düşünüp kendine geleceksin, aşık olunacak çok insan var daha diyeceksin, kendini düşüneceksin, seni güçlü kılan ‘ben’cilliğin olacak!
Yaşadığın acı mı? Kaybolan günlerinle birlikte, onu da atacaksın çöpe, acının kimseye yok bir faydası, seni daha güçlü yapmayacak, sen bir sonraki aşkında yine savunmasız olacaksın ve bir gün yeniden baktığında Nietzsche’nin sözüne, siktir oradan diyecek ve devam edeceksin yoluna seni bekleyen şeyleri bilerek, yaşayacağın acılara rağmen yine de yaşamaktan çekinmeyerek.
İşte o zaman ‘güçlü’ olacaksın!
29 Ocak 2011 Cumartesi
al aşkını sok gözüne
aşkta ve savaşta her şey mübahtır!
insan düşünmeden edemiyor doğrusu, sahi öyle midir, bu yüzden mi sevgililerimizin bütün eski aşkları, kötü, çirkin, düzenbaz, ve ucuz olurlar?
aşk iyi bir şeymiş gibi gösterilir bütün kitaplarda, filmlerde, başroller ölür gerekirse bu uğurda, çünkü aşk için 'değer'miş gibi gösterilir, ama gerçek dünyada bu böyle değildir, bırak ölmeyi laf dalaşına girmeye bile değilmez genellikle.
çoğu kızın başına 1 kere de olsa gelir bir 'aşk' sırasında, ya sevgilisini ararlar ya da o arar birilerinin sevgilisini.
sevgili mi napar? o en kârda olandır, kendini bir bok sanar, götü kalkar, ama bir tercih yapacak olan olduğu için bir tarafı kaybedecek olanda odur, o ister ki durum sürekliliğini korusun hep, işte bu yüzden her iki tarafa da umut verici konuşur, zavallı sevgilicik de kıza sayar söver, 'kaşar'dır kesin arayan kız, böyle saçını başını yolası gelir, ne de olsa onun sevgilisini elinden almaya çalışmaktadır..
arayan kız mı? aslında kaşar değildir, sadece bir zamanlar onu deli gibi seven o erkeği geri istemektedir, o da aşklarını yaşamayı haketmektedir ve tüm çabası bundandır, kız bilir erkeğin bir daha kimseyi onu sevdiği gibi sevemeyeceğini, sevgilicik de bu yüzden korkar ya zaten..
kız da sevgiliciğe sayar söver aynı şekilde, iki taraf da kaşardır da bir allahın kulu da kalkıp erkeğe tek kelime etmez, kimse ona piç demez.tek suçlu erkektir aslında, kesin konuşup bir tarafa gitse, ve diğerinin suratına kapasa bütün kapıları bütün bu gerginlik yaşanmayacaktır ama erkekte ister ki bir kerede kendi götü kalksın.
erkek bilmez tabii, o bir zamanlar çok sevdiği kıza gitmezde sevgilisiyle kalırsa eğer, kızı deli gibi özler, bir gün gelir ve o yalvarır kıza, aşkları adına.işte o an, sevgilicik der ki, bunun için mi uğraştım zamanında, kız der ki, buna mı gel dedim hesapsızca?
erkek uğruna savaşılmayacağı ispatlanır, ve götü kalkan erkek çoğunlukla göt gibi ortada bırakılır;)
değerli sevgilicikler ve sevgiliciğin sevgilisine musallat olan kızlar, 3 milyar erkek varken birinde takılı kalmayın, gözünüzü açın, eskisinden daha yenileri var, son modelleri bile var dışarda, üzmeyin kendinizi emin olun o kaybetti;)
insan düşünmeden edemiyor doğrusu, sahi öyle midir, bu yüzden mi sevgililerimizin bütün eski aşkları, kötü, çirkin, düzenbaz, ve ucuz olurlar?
aşk iyi bir şeymiş gibi gösterilir bütün kitaplarda, filmlerde, başroller ölür gerekirse bu uğurda, çünkü aşk için 'değer'miş gibi gösterilir, ama gerçek dünyada bu böyle değildir, bırak ölmeyi laf dalaşına girmeye bile değilmez genellikle.
çoğu kızın başına 1 kere de olsa gelir bir 'aşk' sırasında, ya sevgilisini ararlar ya da o arar birilerinin sevgilisini.
sevgili mi napar? o en kârda olandır, kendini bir bok sanar, götü kalkar, ama bir tercih yapacak olan olduğu için bir tarafı kaybedecek olanda odur, o ister ki durum sürekliliğini korusun hep, işte bu yüzden her iki tarafa da umut verici konuşur, zavallı sevgilicik de kıza sayar söver, 'kaşar'dır kesin arayan kız, böyle saçını başını yolası gelir, ne de olsa onun sevgilisini elinden almaya çalışmaktadır..
arayan kız mı? aslında kaşar değildir, sadece bir zamanlar onu deli gibi seven o erkeği geri istemektedir, o da aşklarını yaşamayı haketmektedir ve tüm çabası bundandır, kız bilir erkeğin bir daha kimseyi onu sevdiği gibi sevemeyeceğini, sevgilicik de bu yüzden korkar ya zaten..
kız da sevgiliciğe sayar söver aynı şekilde, iki taraf da kaşardır da bir allahın kulu da kalkıp erkeğe tek kelime etmez, kimse ona piç demez.tek suçlu erkektir aslında, kesin konuşup bir tarafa gitse, ve diğerinin suratına kapasa bütün kapıları bütün bu gerginlik yaşanmayacaktır ama erkekte ister ki bir kerede kendi götü kalksın.
erkek bilmez tabii, o bir zamanlar çok sevdiği kıza gitmezde sevgilisiyle kalırsa eğer, kızı deli gibi özler, bir gün gelir ve o yalvarır kıza, aşkları adına.işte o an, sevgilicik der ki, bunun için mi uğraştım zamanında, kız der ki, buna mı gel dedim hesapsızca?
erkek uğruna savaşılmayacağı ispatlanır, ve götü kalkan erkek çoğunlukla göt gibi ortada bırakılır;)
değerli sevgilicikler ve sevgiliciğin sevgilisine musallat olan kızlar, 3 milyar erkek varken birinde takılı kalmayın, gözünüzü açın, eskisinden daha yenileri var, son modelleri bile var dışarda, üzmeyin kendinizi emin olun o kaybetti;)
27 Ocak 2011 Perşembe
sometimes it ends!
'bir gün her şey biter'
tükenmez kalemin bile yazmaya en ihtiyaç duyduğumuz anda tükendiği bir dünya burası, somut bir şey bile bizi bu denli umarsızca yarı yolda bırakabilirken, soyut şeyler ne kadar yanımızda olabilirdi ki her daim?
'insan işine gelince düşünebilen, canı isterse aldatabilen, rahatça yalan söyleyebilen bir varlık' iken, insanoğlunun ağzından çıkan kelimelere bu denli güvenmek, yeri geldiğinde yine insanoğlunun size götüyle gülmesine neden olabilir!
'sevgi bu dünyada uğruna yaşanılması gereken, hatta yeri geldiğinde can verilmesi icab eden bir tanıma sahip bir takım ünlü düşünür abilerimizce, oysa ki sevmek çok da zor değildir ki, aksine kolaydır bile, küçücük bir haraketi ile çok sevilebilir bazen insanlar, ya da bir aşk biter bir yenisi başlar.evet bir gün aşk da biter, küt!
çaresizce aşk acısı çekmek(ki allah göstermesin) çok yakar canı, ama an gelir kafanı kaldırıp baktığında hala güneşin doğup battığını görürsün, dünya döner gider ve evet aşk acısı da biter, hatta sevdiğine sevmişine gelmişine geçmişine sövdürür o nazlı yarin.
dostum dediğin adam seni bir kalemde siler bazen, sen neye uğradığını anlamadan, tükenmez kalemin mürekkebi gibi biter birden dostluğun, evet o çok güvenilen dostluklar da biter, 'kardeşim' denilen insanların yüzüne bakılmaz bazen.sonra ne mi olur?
yenisi bulunur be abi, daha değerlisi bulunur.
biten şeylerde hep iki tarafta suçludur aslında, mazlum yoktur, biri diğerinden önce davranıp bitirir, tek mesele zaman mevhumudur yani..
işin en garip tarafı, son derece normaldir bitmesi, okul biter, iş biter, aşk biter, dostluk biter, para biter, heyecan biter, tutku biter, güzellik biter, gençlik elden gider, en acısı bir gün hayat biter.
evet hepimiz biliyoruz tüm bunları, çünkü bunlar normaldir, insan olduğumuz içindir, o yüzden şimdi hangi 'bitmiş' şeye üzülüyorsan, vazgeç kendini üzmekten, çünkü gör bak, bitmiş, ve anla, yarın yeni şeyler başlayacak, bugünün zararı ise kaybettiğin zaman olacak!
tükenmez kalemin bile yazmaya en ihtiyaç duyduğumuz anda tükendiği bir dünya burası, somut bir şey bile bizi bu denli umarsızca yarı yolda bırakabilirken, soyut şeyler ne kadar yanımızda olabilirdi ki her daim?
'insan işine gelince düşünebilen, canı isterse aldatabilen, rahatça yalan söyleyebilen bir varlık' iken, insanoğlunun ağzından çıkan kelimelere bu denli güvenmek, yeri geldiğinde yine insanoğlunun size götüyle gülmesine neden olabilir!
'sevgi bu dünyada uğruna yaşanılması gereken, hatta yeri geldiğinde can verilmesi icab eden bir tanıma sahip bir takım ünlü düşünür abilerimizce, oysa ki sevmek çok da zor değildir ki, aksine kolaydır bile, küçücük bir haraketi ile çok sevilebilir bazen insanlar, ya da bir aşk biter bir yenisi başlar.evet bir gün aşk da biter, küt!
çaresizce aşk acısı çekmek(ki allah göstermesin) çok yakar canı, ama an gelir kafanı kaldırıp baktığında hala güneşin doğup battığını görürsün, dünya döner gider ve evet aşk acısı da biter, hatta sevdiğine sevmişine gelmişine geçmişine sövdürür o nazlı yarin.
dostum dediğin adam seni bir kalemde siler bazen, sen neye uğradığını anlamadan, tükenmez kalemin mürekkebi gibi biter birden dostluğun, evet o çok güvenilen dostluklar da biter, 'kardeşim' denilen insanların yüzüne bakılmaz bazen.sonra ne mi olur?
yenisi bulunur be abi, daha değerlisi bulunur.
biten şeylerde hep iki tarafta suçludur aslında, mazlum yoktur, biri diğerinden önce davranıp bitirir, tek mesele zaman mevhumudur yani..
işin en garip tarafı, son derece normaldir bitmesi, okul biter, iş biter, aşk biter, dostluk biter, para biter, heyecan biter, tutku biter, güzellik biter, gençlik elden gider, en acısı bir gün hayat biter.
evet hepimiz biliyoruz tüm bunları, çünkü bunlar normaldir, insan olduğumuz içindir, o yüzden şimdi hangi 'bitmiş' şeye üzülüyorsan, vazgeç kendini üzmekten, çünkü gör bak, bitmiş, ve anla, yarın yeni şeyler başlayacak, bugünün zararı ise kaybettiğin zaman olacak!
26 Ocak 2011 Çarşamba
13 Ocak 2011 Perşembe
8 Ocak 2011 Cumartesi
hep seveceğim seni.. oldu yavrum tabi !
zamanın en popüler yanılgısı sizi seven erkeğin daima sizi seveceğine inanmak! hele bir de o erkekle çıkmıyorken bunu düşünmek ne büyük palavradır öyle.
elbet herkes aşık olur, kimisine göre bu hayatta bir keredir ve bu yüzden bulduğunda kıymetini sonuna kadar bilmelidir, kimisine göre iki hakkı vardır büyük aşk için, kimisi de kota koymaz aşka, o an hissettiği duyguya sıkıca sarılır yalnızca.
ama aşık olmadıkça ve de aşkınızı yaşayamadıkça gerçekten kaç kere aşık olabileceğinizi bilemezsiniz.
bazı hoşlantılar platonikken aşktır, ilişkiye başlanıldığı an biter bütün büyü..
bazısının daha uzundur ömrü, şanslıysanız yıllar alır aşkınızın bitmesi, ve bazen dokular tutar tenler uyar ve sonsuza dek mutlu yaşayan iki kahramana dönüşürsünüz eşinizle.
ama elbet herkes bir kere 'aşık oldum!' der, ve aşkı için aklı başında iken asla yapmayacağı, hatta bir arkadaşı yapsa yargılamaktan geri durmayacağı şeyleri gözü kapalı yapar.
eğer bir erkek aşıksa bir kadına, ve kadın da bunu anladıysa 'üzülmeni istemiyorum ama olmaz, seninle arkadaşız' tribine girer hemen, ama içten içe erkeğin sonsuza dek kendisine aşık olmasını diler, bencilliği son raddeye varır.
aşık erkek ilgi gösterir çünkü, aşkını hep yanında ister, bir şekilde bağlar, kadın hep umut vadedici davranır fakat erkek ne zaman açılsa 'olmaz demiştim ya!' der, erkekle arkadaşlığını kesmemesinin nedeni çoğu zaman 'yakın arkadaş' olmalarıdır.(bu hangisinin işine gelmekte henüz çözülebilmiş değil)
günlerden bir gün, bizim biriciik romeomuz da bir gideri olduğunu anlar, (her kör alıcının bir kör satıcısı olurmuş nasılsa) zamanın bir diğer popüler alışkanlığı olan 'kızların çıkma teklifi etmesi' bizim şapşal aşığın başına gelince, kızın da gideri iyiyse, hemen o 'asla olmayacak aşkını' unutma tabanlı bir birliktelik başlatılır, başkasına aşıkken başka biriyle birlikte olan her gencin yegane temennisi 'belki unuturumdur'
tabi burada da aşık gencimizin bencilliği ayyuka çıkmıştır, eğer gencimizin cinsiyeti erkek ise kurban ile her türlü yakınlaşmayı hiç çekinmeden yaşayabilmelerine vesile olan allah vergisi bir yetiye sahiplerdir.
tabi bu bir 'unutma ve hayata devam etme' operasyonu olduğundan artık o 'yakın arkadaşa' yeterince ilgi gösterilmemektedir, bunun sonucunda nazından tadı yenmeyen biricik ablamız tabir-i caizse göt gibi ortada kalmıştır, ve kendi çapında der der tepinmektedir, 'hani bana aşıktıııınnnnnn!!!! hani sen hep beni sevecektin!! hani beni bekleyecektin!!!! '
geçici bir isyan sürecinden sonra nedeni belirsiz bir 'haksızlık' biner ablanın omuzlarına, ve tabi bir de 'aşığım' kelimesini taşır sırtında.
ve 'aşk'ı için bir şeyler yapmaya karar verir, bu süreçte en makul bahane, 'içimde kalmasın, söylemediklerim için pişmanlık duymayayımdır'
sapır sapır dökülür bizim egosu yitik yeni yetme aşığımız, gençosmana.
tabi şimdi kozları eline alan osmanın hali tavrı bir farklıdır, ık-mık havalarına girer, yok olmazlar filan çıkar ağzından, kıymete bindi ya şimdi tadını çıkartır, bizim zavallı aşık ablamız daha da bir üsteler, reddedilmek cazip kılar her şeyi onun için, daha da bir elde etmek ister, ısrarcı yaklaşır..bir müddet geçtikten sonra ablamızda bırakır ısrarı, unutma sırası ondadır şimdi, hem unutulmayacak kimse yoktur bu dünyada, ne gençosmanlar gelir geçer şu hayatta.ama tam ablamız unutma sürecine girip gençosman aşkına yol vermişken, osmancık koşar gelir, aşıktı ya ablaya, anca abla cool davranmaya başlayınca aklı başına gelir!
bir aşık olma esnasında tarafların ikisi de aşkına sahip çıkar aslında..sadece yanlış zamanlarda!
beklemenin manası var mıdır, hayat o kadar uzun muduur, yaşamak gereken onca duygu varken bunu sadece acı ile sınırlandırmak ne derece doğrudur bilinmez elbet, ama kaçanın kovalanma sürecini çok uzatmamak gerek.
bir aşık olma esnasında tarafların ikisi de aşkına sahip çıkar aslında..sadece yanlış zamanlarda!
beklemenin manası var mıdır, hayat o kadar uzun muduur, yaşamak gereken onca duygu varken bunu sadece acı ile sınırlandırmak ne derece doğrudur bilinmez elbet, ama kaçanın kovalanma sürecini çok uzatmamak gerek.
hikayenin sonunda ne olur bilinmez, ama hikayenin buraya kadar olan kısmı elbet gelir insanoğlunun başına bir yaşama sırasında.
insan sormadan edemiyor ama, ablacım derdin neydi? madem bu hallere düşücen ne reddettin bizim gençosmanı!
lafım bu hikayeyi henüz yaşamayan saygıdeğer hemcinslerime, evet arkadaşım fazla naz aşık usandıryor, sen şimdi bırak nazı filan adam gitmeden başkasına sahip çık aşkına, yürümezse mi ne olur?
korkma hiçbir şey olmaz, sen başkasına naz yaparsın, seninki başkasına aşık olur;)
kimse kimsenin cebinde kalmaz sonuna dek, o yüzden kafayı iyi kullanmak gerek ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)